14 Şubat 2011 Pazartesi

"El Fenomeno" - Veda

Lakabı yakışan adamlar vardır ya ; işte öyleydi "el fenomeno", fenomen Ronaldo Luis Nazario De Lima..
Daha 17 yaşında giydiği Cruzerio A Takım formasıyla 32 maçta 34 gol atınca bir dönem Fenerbahçe'yi de çalıştıran Carlos Alberto Parreira tarafından 1994 Dünya Kupası için Brezilya Milli Takımı'na çağrıldı. Turnuva boyunca hiç oynamadı ama sonraki birkaç yıl içerisinde kendisini dünyanın zirvesine taşıyacak sürecin ilk tohumlarıydı o kulübede atılanlar. Brezilya, İtalya'yı finalde penaltılarla yenerken maç sonunda sevinçten ağlayarak Taffarel'e koşan eşofmanlı çocuktu Ronaldo..
O yaz, Avrupa yolculuğuna Hollanda semalarından başladı. Kendisi için 6 milyon dolar ödeyen PSV formasıyla mücadele ettiği 1994-1996 yılları arasında çıktığı 54 resmi maçta 57 gol gönderiyordu rakip filelere..Bu gollerin 30'unu attığı ilk sezonunda daha 18 yaşındayken gol kralı olmuş, sakatlıklardan dolayı 13 maça çıkabildiği 2.sezonunda ise 12 gol kaydetmişti.
1996 yazında ise yolculuk Neu Camp'aydı. 20 yaşına henüz girmiş olan Ronaldo için PSV'ye 20 milyon dolar ödüyordu Barcelona. Ligde 34 gol atıp bu sefer de La Liga'nın kralı ünvanını alıyordu, tüm kupalarda attığı gol sayısı ise 47'di. Barcelona, Ronaldo'nun golleriyle lig şampiyonu olamadı ama ispanya Kral Kupası ve Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nı kazandı. Ama 1996 yılının en önemli özelliği Ronaldo'nun henüz 21 yaşındayken FIFA Yılın Futbolcusu ödülünü kazanması ve bunu başaran en genç oyuncu olmasıydı.
1997 yazında Ronaldo, transfer görüşmelerinde Barcelona ile anlaşamadı ve Dünyanın en iyi futbolcusu ünvanıyla Inter'e transfer oldu. Bu sefer İtalya'da; ligde 25, toplamda 34 gol attığı harika bir sezon daha geçiren henüz 22 yaşındaki Ronaldo, Inter'le ligde 2.olurken, UEFA Kupası'nı kaldırıyor ve 2.kez üstüste FIFA yılın futbolcusu ödülünü kazanıyordu.
1998 yazında, Fransa'daki Dünya Kupası'nda, son şampiyon Brezilya'nın en büyük kozu da dünyanın tescilli en iyi oyuncusu Ronaldo'ydu. Finale kadar attığı 4 golle Brezilya'yı ev sahibi Fransa'nın karşısına çıkaran Ronaldo; finalden önceki gece hastalığa yakalanmış ve oynaması imkansız denirken, sponsoru Nike'ın baskısıyla ilk 11'de sahaya çıkmış ancak performans gösterememiş ve Fransa 3-0'lık tarihi bir galibiyetle kupayı kazanmıştı. Bugüne kadar her anıyla muhteşem olan kariyeri belki de bugünden sonra düşüşler göstermeye başlayacaktı.
Inter'deki 2.sezonunda sakatlıklardan dolayı 19 maç oynayabilmiş ve 14 gol bulmuştu.
Kasım 1999 ise Ronaldo için lanetin başlangıcıydı. Dizindeki çapraz bağları kopan Ronaldo, 6 ay sahalardan uzak kaldı ancak sahalara dönüş maçı daha büyük bir trajedi oldu ve aynı dizinden birkez daha sakatlandı. Bu 2. sakatlık sonrası tüm 2000-2001 sezonunu kaçırırken, 2001-2002'nin de büyük bölümünde oynayamadı.
Tüm bu talihsizliklerden sonra daha 26 yaşındayken futbol hayatı bitti mi denen Ronaldo, 2002 Japonya Dünya Kupası için kendisini hazırladı ve turnuvada attığı 8 golle gol kralı olup Brezilya'yı da şampiyonluğa taşıdı. 1'i grup maçlarında, 1'i yarı finalde olmak üzere Milli Takımımıza da 2 gol atan Ronaldo, finalde Almanya filelerini de 2 kez havalandırmıştı.
Bu muhteşem geri dönüş, ona 39 milyon € karşılığı Real Madrid'in kapılarını açtı. Real'deki ilk 3 sezonunda 68 gol kaydedip süper sezonlar geçiren Ronaldo, 2003-2004'te bir kez daha La Liga gol kralı unvanını kazandı.
2005-2006 sezonunda sakatlık kabusu bir kez daha başındaydı ve oynamadan geçen bir başka sezondan sonra 2007-2008'e de kötü bir giriş yapınca 2007'nin Ocak ayında AC Milan'a gönderildi. Bu arada, 2006 Dünya Kupası'nda da 4 gol kaydederek Dünya Kupaları'nda attığı toplam gol sayısını 15'e çıkardı ve tarihte Dünya Kupaları'nda en çok gol atmış futbolcu ünvanını da ele geçirdi.
Ocak'ta transfer olduğu Milan'da yarım devrede 7 gol atarak yine iyi bir başlangıç yapsa da 2007-2008 sezonunda da sakatlıklar yakasını bırakmadı ve az oynayabildiği sezonu sadece 2 golle tamamlayabildi.
2009 sezonunda Brezilya'ya dönen Ronaldo, Corinthians formasıyla 38 maçta 23 gol kaydettiği harika bir sezon daha geçirerek hem lig hem de kupayı kazandı.
Son iki yıldır yine sakatlıklarla boğuştu ve bir ay kadar önce artık bırakmak üzere son kez futbola döndü.
Toplamda ülkesi ve oynadığı kulüpler için 606 maçta 415 gol atan bu futbol fenomenine veda etme zamanı geldi.
Kendi adıma gözümün gördüğü en iyi futbolcudur Ronaldo. Dripling yeteneği, hızı, gücü ve bitiriciliği eşsizdir. Her süperstar gibi tadı damağımızdadır, orada da kalacaktır..

9 Şubat 2011 Çarşamba

Hak Mahrumiyeti Sorunsalı


Yine futbol az konuşulmaya başladı. Gündemde yine yöneticilerin, teknik adamların basın toplantıları, hakem ve Federasyon eleştirileri var. Takımlarının başarısızlığını başka yerlere çekmeye çalışan, kalbi takımları için atan taraftarlarının gözüne perde çekmeye, kendi beceriksizliklerini örtmeye, güneşi balçıkla sıvamaya çalışanlar var.

Bu ülke bu filmi çok gördü ; o kadar ki artık bu basın toplantıları tahmin edilebilir, ne zaman kimin yapacağı belli olan rutinler haline geldi. Sezonun ilk devresi bittiğinde sıralamada en altta olan, şampiyonluk şansından uzaklaşan büyük takımlar ikinci yarı başlamadan bir basın toplantısı düzenler ve hakemlerle federasyonu eleştirirler. Bu artık takımların devre arası kampı kadar olağan ve rutin bir gündem maddesi. Her sene aynı senaryoyu farklı renkler ve yüzlerle izliyoruz, dinliyoruz , peki sıkılmıyor muyuz?

Fenerbahçe'nin kendi aleyhine yapılan hataları topladığı videolu basın toplantısıysı aklıma gelen ilk örnek..Sanırım 2007-2008 sezonuydu.
Adnan Polat son 3 yılın felaketlerini her sezon en az bir toplatıyla hakemlere çakmaya çalıştı. Aman Ha, üstümüze gelmeyin, büyüklüğümüzle baş edemezsiniz dedi..

Yıldırım Demirören de harcadığı dolarlar puan getirmeyince Serdar Adalı'yı yolladı en son basının karşısına. Utanmadan, çekinmeden, tüm futbolseverleri ama özellikle kendi taraftarlarını aptal yerine koyarcasına "Hak-Hukuk" edebiyatı yaptı. Hakem Karabük'ü mü, Beşiktaş'ı mı yaktı, cevabı herkes biliyor, ondan bahsetmeye bile gerek yok. Ama daha önemlisi, provokasyonun en büyüğünün yapıldığını görmezden gelemeyiz. Fenerbahçe maçında stad dışında yaşanacaklardan sorumlu olmayacağız dedi ; "Neden sorumlu olacaksınız be adam?" diyemedi bir basın mensubu da.
"Soyunma Odası'na inilecekse, inmenin kralını biz yaparız" dedi ; "Kimse Patagonya'da mı yöneticisin be adam?" demedi..

Burada, problem Federasyon'un "Hak Mahrumiyeti" konsepti. Tamamen yanlış ve bütün bu saçma açıklamalrın yapılmasının nedeni bu yasa. Serdar Adalı çıkıp bu kültürsüz, spordan ve ahlaktan uzak, provokatif açıklamayı yaptığı için sadece belirli bir süre şahsi Hak Mahrumiyeti cezası alacak. Yani, protokole, Şeref Tribününe giremeyecek ama tribünde, locada veya herhangi bir yerde maçını yine stadda izleyebilecek.

"E kim ne ceza aldı bu işten o zaman ?"
Hiç..

Serdar Adalı konuştu, kamuoyunun gündemini 100 milyon Euroluk Beşiktaş'ın 10 milyonluk İBB ve Karabük maçlarındaki başarısızlığından, bu sezonun tamamındaki sefil performansından uzaklara çekti, kendi seyircisini provoke etti, hakemleri ve Federasyonu tehdit etti ; sonra sadece protokole girememekle kaldı..E bu da ona ödül aslında. Şeref Tribünü'nde şerefli ve ahlaklı insanlar da var ; onların yanında rahat edemez ki bu adam ve bunun gibiler. Küfür yok, kavga yok, mecburen centilmen olacaksın falan..Zor işler, öyle bünyede o tayt araya kaçar!!

Peki, bu adam Beşiktaş'ın yöneticisi değil mi? Yani, Beşiktaş Kulübü'nü temsil etmiyor mu? O zaman, bu hak mahrumiyeti cezalarını kulübe de ucu dokunacak, kulübün de ceza çekeceği bir formata sokmak gerekmez mi?
Yeni "Sporda şiddet" yasasında seyirciyi galeyana getirecek konuşmalar yapan yöneticiler hakkında da soruşturma açılması öngörülüyor ancak bu da yetmeyecektir. Tek çözüm, yöneticilerin temsil ettikleri takımların da sorumlu sayılmaları ve para, saha kapatma ve seyircisiz oynama gibi cezalar almasıdır..

Wembley - Mayıs 2011 Şampiyonlar Ligi Finali


Dünya futbolunun kulüpler seviyesindeki en önemli organizasyonu olan Şampiyonlar Ligi'nin finali bu sene 28 Mayıs'ta, dünya futbolunun en büyük mabedlerinin başında gelen Wembley'de oynanacak. 2011 finali,Wembley'de bugüne kadar oynanmış altıncı Şampiyonlar Ligi finali olurken, stad yeniden yapıldıktan sonra oynanan ilk final olma özelliği de taşıyor.

Finalin logosu da,Vivien Westwood'dan Savile Row'a, tasarımlarında geleneksel unsurları günümüzün modern motifleriyle harmanlayan ünlü İngiliz tasarımcılardan ilham alınarak, kupanın kulplarından tutan İngiltere'nin ünlü aslan figürlerini kullanarak hazırlandı.


Logoda kullanılan fontlar,Caslon ve Gill,İngiliz yazım sanatlarından kaynağını alan ve İngiliz literatüründe kullanılan tarihi yazı karakterleri. Finalin değişken ve öngörülemeyen ruhunu logoya yansıtmak amacıyla da logonun değişik kullanımlar için çeşitli varyantları hazırlandı.

İngiltere futbolunda sadece Milli Maçlara, FA Cup ve Lig Kupası finali ile Premier League'e yükselme maçlarına ev sahipliği yapan bu muhteşem yapı 92.000 kişilik kapasiteye sahip. 2003 yılında yıkılana kadar Queen'den Michael Jackson'a, Beatles'dan Oasis'e bütün efsanevi müzik gruplarının tarihi konserlerine de ev sahipliği yaptı.
"Mekan oynatıyor" diyolar ya ; burası orası işte..

2 Şubat 2011 Çarşamba

Smirnoff - Purity feat. Manchester United

2008 senesinde Manchester United ile 3 yıllık bir sponsorluk anlaşmasına imza atan Diageo, amiral gemisi Smirnoff'un yeni votkası "Purity" için Asya-Pasifik bölgesine hazırladığı reklam kampanyasında United'ın Asya'daki büyük popülaritesinden faydalanmak amacıyla takımın 3 yıldızı; Ryan Giggs,Ji Sun Park ve Rio Ferdinad'ın yer aldığı bir reklam filmi çekti.

Reklamda Manchester'ın yıldızları su üstünde ve altında sürreal bir futbol oyunu oynuyorlar..



Bizim THY'nin mi Manchester kullanımı daha iyi yoksa Smirnoff'un mu ?

1 Şubat 2011 Salı

Premier League'de Ocak Harcamaları

Premier League'de ara transfer dönemi, yaz transfer dönemini aratmadı..
Chelsea, Liverpool, Aston Villa gibi önemli takımlar ligin ilk devresinde büyük hayal kırıklığı yaratınca ara transferde açıklarını kapatıp 2.yarıya yeni umutlarla girme yolunu seçtiler.

İngiltere'de ara transfer çılgınlığının toplam bilançosu 225 milyon pound oldu. Bu rakam, geçtiğimiz sene Ocak ayında sadece 29 milyon pound'du. Bundan önceki rekor ise 2008 Ocak'ında harcanan 175 milyon pound'du.



Toplam transfer harcamalarının bu boyuta ulaşmasında transferin son günü önemli bir etken oldu. Liverpool ve Chelsea tarafından transferin bitmesine saatler kala sonlandırılan 4 transferin toplam bütçesi tam 125 milyon pound oldu ; zaten İngiliz takımlarının Ocak ayında haracadığı toplam paranın %80'ini de 4 takım ; Liverpool,Aston Villa,Chelsea ve Man.City; harcadı. Bu 4 takım hariç 10 milyon pound'un üzerinde harcama yapan takım da olmadı..

Luis Suarez : Ajax'tan Liverpool'a 22,6 milyon pound
Andy Carroll : Newcastle'dan Liverpool'a 35 milyon pound
Fernando Torres : Liverpool'dan Chelsea'ye 50 milyon pound
David Luiz : Benfica'dan Chelsea'ye 21,4 milyon pound


Premier League'de ara transfer döneminin diğer ilginç imzaları da şöyle :

Pienaar : Everton - Tottenham
Edin Dzeko : Wolfsburg - M.City
Darren Bent : Sunderland - Aston Villa
Michael Bradley : M.gladbach - Aston Villa
Jean Makoon : Lyon - Aston Villa
Paul Konchesky : Liverpool - Nottingham Forest
Dany Sturridge : Chelsea - Bolton
James Beattie : Rangers - Blackpool
Andy Reid : Sunderland - Blackpool
Sergei Kornilenko : Zenith - Blackpool
Obafemi Martins : Zenith - Birminghma City
Tuncay Şanlı : Stoke City - Wolfsburg
StepheN Ireland : Aston Villa - Newcastle
Eidur Gudjohnsen : Stoke - Fulham
Jermaine Jones : Schalke - Blackburn
Santa Cruz : M.City - Blackburn

31 Ocak 2011 Pazartesi

Artık Yalnız Yürüyecek - Torres Chelsea'de


Premier League'de ara transferin bitmesine saatler kala yaklaşık iki yıldır her transfer döneminde konuşulan, gündemden hiç düşmeyen olasılık gerçekleşti ve Fernando Torres 50 milyon sterlin Chelsea'ye transfer oldu.
Bu rakam, ayrıca İngiltere tarihinde bir futbolcuya ödenen en yüksek mebla olma özelliği de taşıyor.

Chelsea'nin Torres'e ilgisi 2008 yılından beri sürüyordu ancak taraftarının tepkisinden çekinen Liverpool bu talebe karşı direniyordu. Ancak, Liverpool'un son iki sezondur Şampiyonlar Ligi'ne katılamaması ve bu sebeple yaşadığı büyük gelir kaybı, Torres'in de kariyerini kupalar kazanabileceği ve Şampiyonlar Ligi sahnesinde boy gösterebilme isteği bu direnci 50 milyon sterline kırmaya yetti. Bu mebla, Torres'in geçtiğimiz sezon başında kontratına eklettiği "Şampiyonlar Ligi'ne kalınamazsa 50 milyon sterlin karşılığı serbest kalır maddesine istinaden ödendi.

Liverpool taraftarları çok kızgın ve Torres ile Liverpool'un sahiplerini hain ilan etmiş durumdalar. Liverpool yönetimi tepkileri hafifletmek adına Ajax'ın Uruguay'lı forveti Luis Suarez'i 22,8 milyon pound ve İngiltere'nin en potansiyel forveti olarak görülen Newcastle'lı Andy Carroll'ı da 35 milyon pound ödeyerek kadrosuna kattı. Yani, Torres'in parası çoktan harcandı, şimdi başarısızlık devam ederse taraftarın tepkisi büyüyecektir.


Bu transferin bir ilginç yanı da, Torres'in bu hafta sonu Chelsea formasıyla çıkacağı ilk maçta karşısında eski takımı Liverpool'u bulacak olması. Torres ilk açıklamasında haftasonu Chelsea formasıyla ilk golünü Liverpool'a atmak istediğini söyledi..

Tuncay Wolfsburg için Almanya'da


Son iki yılını Stoke City'de kulübede geçiren Tuncay Şanlı Bundesliga'da 12.sırada bulunan Wolfsburg'un teklifi üzerine kulüple detayları görüşmek için Almanya'ya gitti.

Stoke City menajeri Tony Pulis de Wolfsburg'un kendilerine bir teklif yaptığını doğrularken, Tuncay'ı bırakmak istemediklerini ancak Tuncay'ın da takımdaki rolünden memnun olmadığını ve bu transferin gerçekleşme olasılığının yüksek olduğunu söyledi.

Wolfsburg'da, Manchester City'ye transfer olan Edin Dzeko'nun yerini doldurma çalışmaları kapsamında gündeme gelen Tuncay'ın, Dzeko'dan sonra ağzıyla kuş tutsa işi zor olacaktır ancak Premier League'de futbolsuz yıllar geçireceğine oynayıp ön plana çıkabileceği Bundesliga tercihi yerinde bir karar olacaktır.

Robben vs Muller - Çimde Boks

Bayern Munih'de işler pek de yolunda gitmiyor. Uli Hoeness'in sezon başından bu yana teknik direktör Van Gaal ile yaşadığı sözlü münakaşaların ardı arkası bir türlü kesilmezken, gerginlik bu sefer de sahaya indi.

Hafta sonu oynanan ve Bayern'in deplasmanda 1-0 yenilgiden 3-1 galibiyeti kurtardığı Werder Bremen maçında takımın iki en önemli oyuncusu Arjen Robben ile Thomas Mueller sahanın ortasında yumruklaştılar.

Takım Dortmund'dan 14 puan geride, şampiyonluk Kaf Dağı'nın ardında, bu olaylar da kabus gibi bir sezona tuz biber ekiyor. Robben, maçtan sonraki açıklamasında şöyle demiş ;

"Saha içinde iki oyuncu arasında tartışmalar olur, bu çok normal hatta takım kimyası açısından iyi de olabilir ancak jestlere, mimiklere gerek yok"

Yani Türkçesi :
"Öyle el kol haraketi yapma, çakarım ağzının ortasına iki tane!"




28 Ocak 2011 Cuma

Li Na - Grand Slam Finali'nde ilk Çin'li


Çin, 2008 Beijing Olimpiyatları'nı düzenleme hakkını elde etmesiyle birlikte büyük bir "spor devrimi" başlattı. Olimpik Takım'ın olimpiyat hazırlıkları plan,program,disiplin,çalışma ve haracmalarıyla sanki bir Dünya Savaşı hazırlığı gibiydi. Zaten, bir güruhu eğitme ve disipline etme konusunda heralde Dünya'da tek geçeceğim ülkedir, Çin.."Çin Ordusu" gibi deriz sporun her alanında disipilinli ve beraber hareket eden sporcular gördüğümüzde.


Şimdi, bu deyimi yaratanlar yavaş yavaş spor dünyasını ele geçirmeye başladılar..
Önce Yao Ming çıktı, Çin NBA'e girdi..
Sonra, Çin Olimpik Takımı 2008'de Olimpiyat şampiyonu oldu..
Şimdi de Li Na, Avustralya Açık'ta Wozcniaki'yi yarı finalde yenerek bir Grand Slam Finali'ne çıkan ilk Çin'li oldu..


Futbolda da bir atılım yapmaları yakındır artık..

Ben Giderim O Gider




Ezeli rakipler Avustralya Açık Finali'ni pas geçti..Nadal elenince, Federer "ben de yokum o zaman" der gibi..

26 Ocak 2011 Çarşamba

Yeni Dönem - GS adidas'ı bıraktı


Yaklaşık 2 aydır öyle bir Galatasaray bombardımanı var ki kamuoyunda , UEFA şampiyonluğuna koştuğu veya popüler olduğu dönemlerde bile medyada bu kadar Galatasaray konuşulmamıştı.

Önce başarısızlığın dayanılmaz boyutlara gelmesi,Rijkaard'ın istifası,Hagi-Tugay'ın gelişi,Misimovic'in kadrodışı kalışı,1.Başkan-Helvacı krizi,Sami Yen'in kapanışı,TT Arena'nın açılışı,Başbakan krizi,Adnan Polat'ın kaostaki yanlış yönetimi ve demeçleri,2.Helvacı krizi,transfer derken ligde tarihinin en kötü günlerini yaşayan Galatasaray medyada tüm rakiplerinin işgal ettiği toplam yer kadar konuşuldu. Radyoda ve televizyonda yapılan bütün programların ana gündemi oldu.

Bütün bu tartışmaların sonunda dün gündeme düşen önemli bir haber pek de fark edilmedi ya da önemsenmedi. Bu sektörün içinde çalışan birisi olarak bari burada biz bahsedelim diyerek konuyu Galatasaray'ın forma sponsorluğuna getireceğim.

Evet; dün SPK'ya gönderdiği dilekçeyle Galatasaray yönetimi adidas ile 2015'e kafdar olan sözleşmesini feshettiğini açıkladı.

Peki; bu feshin açılımları nelerdir, nasıl yorumlanabilir?
Şuradan başlayalım ; adidas-Galatasaray birlikteliği çok uzun yıllara dayanıyor. 80'lerin tamamı, 90'ların büyük bölümü hep adidas ile geçti. 2000'de UEFA kupası kazanılırken de adidas vardı GS'nin sırtında. Sonra, iki senelik bir Umbro-Lotto dönemi geçirildi ama kötü tasarımlar ve kalitesi düşük ürünler taraftarın tepkisini çekince tekrar 3 çizgiye dönüldü. 2004'te başlayan yeni sözleşme, 2008'de şahsen de içinde bulunduğum görüşmeler sonucu 2015'e kadar uzatılmış ve Galatasaray bu sözleşmeden 5 yıl için 13 milyon dolar civarı gelir elde etmişti.

Bu sözleşmenin uzatılmasında Nike'ın Türkiye pazarında büyük bir takım almaması veya alamaması etkenlerden biriydi. Dünyanın tüm önemli futbol ülkelerinde büyük takımlar adidas ile Nike arasında paylaşılmışken, ülkemizin 3 büyüklerini de adidas'ın giydiriyor olması zaten garip bir durumdu.

Şu an için sadece adidas sözleşmesinin önümüzdeki seneden itibaren feshedildiği açıklansa ve yeni sponsorun kim olacağı ile ilgili kesin bir bilgi verilmese de tüm kamuoyunun ve benim de öngörüm Galatasaray'ın önümüzdeki sezon Nike imzalı ürünler kullanacağı yönünde. Hatta kesin böyle olacak da diyebilirim.

Bu öngörüye varmamızdaki en önemli nedenlerden biri, bu anlaşmanın ekonomik boyutu. Galatasaray'ın adidas'la olan sözleşmesinde, sözleşmenin tek taraflı feshi halinde adidas'a ödenmesi gereken yüklü bir tazminat var.(Tahmini olarak 6 milyon € civarı).Galatasaray böyle bir anlaşmayı fesh ederken, bu tazminat yükünü mutlak yeni sponsorun ödemesi şartıyla hareket etmiştir. Bunun üzerine bir de; yeni sözleşmenin senelik sponsorluk bedelinin eskisinin iki katı civarı olacağını düşünürsek; adidas'tan gelen senede 2,5milyon$'dan sonra senelik 5 milyon $ civarı yani Türkiye'de rekor olacak ve Avrupa çapında da iyi forma sponsorluğu kontratlarının arasında yerini alacak bir kontrattan bahsediyoruz.
Yani, toplamda ilk yıl yeni sponsorun kasasından 10 milyon $'dan fazla bir para çıkacak ve devam eden seneler için de bu rakam 5 milyon $ civarı olacak.
Bu maliyeti Türkiye'de karşılayabilecek tek marka olarak Nike gözüküyor. Bu bedelin karşılığında elde edilecek prestij, marka imajı ve reklam ise Nike'ın Türkiye pazarında halen lider olan adidas'ı geçmek için yaptığı yatırım olacak.

Gelişmeleri hep beraber izleyeceğiz ama spor pazarında hiçbirşeyin aynı olmayacağı kesin..

24 Ocak 2011 Pazartesi

Asya'da Oz Büyüsü



Katar'da devam eden Asya Kupası'nda Avustralya Irak'ı normal süresi 0-0 sona eren maçın uzatmalarının 118.dakikasında Harry Kewell'ın attığı kafa golüyle 1-0 mağlup ederek, bu kupada tarihinde ilk kez yarı finale yükseldi. Avusturalya'nın yarı finaldeki rakibi Özbekistan olurken, diğer yarı final eşleşmesinde Japonya ile G.Kore karşı karşıya gelecek.

2010 FIFA Dünya Kupası'ndan önce 6 aylık bir sakatlık yaşayan, sadece bu kuoada yer alabilmek için oldukça uzun bir rehabilitasyon geçiren ve kupaya yetişen Avustralya'nın futbol efsanesi kupada ilk 11 başladığı ilk maçın ilk bölümünde kırmızı kart görerek Dünya Kupası macerasına talihsiz bir veda yapmıştı. Bu olay ve kupadaki başarısızlık üzerine Avustralya medyası artık Kewell'ın devrinin kapandığını ve Milli Takım'daki yerini bırakması gerektiğini tartışmıştı. Ancak, Avustralya Federasyonu, Dünya Kupası'ndaki başarısızlığın faturasını teknik adam Pim Verbeek'e kesmiş ve bir dönem Fenerbahçe'yi çalıştıran Holger Osieck'i takımın başına getirmişti. Osieck'in güvenini belirtmesiyle Milli Takım'ı bırakmayan Kewell, Asya Kupası'nda bu güveni boşa çıkarmadı ve önce grup maçlarında Hindistan'a nefis bir gol atarak takımını galibiyete taşıyan isimlerden biri oldu , sonrasında dün akşam oynanan yarı finalin son anlarında sahneye çıkarak, ülkesinin tarihine altın harflerle geçmeyi başardı.

İşte o gol ve Kewell..

21 Ocak 2011 Cuma

Brütüs


Sen ne sinsi, ne içten pazarlıklı, ne karıştırıcı adammışsın be!

20 Ocak 2011 Perşembe

Türkler Uçuyo



İnsan kendini evinde hissedince neler yapıyor ;

Bu vesileyle Türk Hava Yolları'nın Dünya Basketbol Şampiyonası zamanında Milli Takım Sponsorluğu'na atfen yaptığı reklamı da bir kez daha saygıyla analım..

19 Ocak 2011 Çarşamba

Ordaydım - TT Arena Açılış


Yaklaşık 1 hafta oldu malum açılıştan bugüne..Spor, siyaset, sanat, halk, kongre ne varsa herkes konuştu, döktü eteklerindekini.

Tarihtir, tanıklık edelim dedik, hakikaten de Türk sporu adına "tarihi!" bir ana tanıklık etmiş olduk. Sonrasında da zaten işin tadı kaçtı; maçın tadı kaçtı, herşeyin tadı kaçtı.

TT Arena'nın açılışı konusunu özellikle Galatasaray camiası ve sonrasında da spor kamuoyu yanlış anlamışız heralde. Asliında gündem bir siyasi partinin mitingiymiş, hazırlık maçı da kreması. Biz de boş boş, "Şehrin göbeğindeki canım Ali Sami Yen'i Toki'ye verdik, karşılığında bize arazisinin değeri Mecidiyeköy'ün 1/3'ü etmeyecek bir yerde stad yaptılar, bize de Sami Yen'in ruhunu oraya taşımak düşer!" diyerek yollara düştük. Halbuki gerçek öyle değilmiş. O gün, orada ülkemizdeki bir siyasi partinin gövde gösterisi olacakmış. Kendisi de Galatasaray kongre üyesi olan ancak bunu unutup desteklediği partinin başkanı'na herkesin bildiği sebeplerle (seçimlerde özellikle takip edeceğim milletvekili oldu mu diye) yalanmayı hayatının merkezine koymuş TOKİ'nin takoz başkanı da ilk konuşmacı. Bu programda tek bir hata yapılmıştı. O da, Aslantepe'nin o günkü profili ve bu mitingi nasıl karşılayacağı.

Tam da, bu noktada koptu film. TAKOZ başkan, o bet sesiyle bozuk ses sisteminden parça parça patlayan naralarını yükseltmeye başladıkça TT Arena'yı dolduran 40.000 kişi birbirine "Ne diyo lan bu?" bakışları atmaya başladı. Ne dedğini de söyleyeyim ;

Galatasaray ve Türk spor tarihini en saygıdeğer başkanlarından biri olan Sayın merhum Özhan Canaydın'a "Devletin ayağına kapanmış, omuzları çökmüş, mahzun, çaresiz kapıkulu" dedi..

Türk Spor tarihinin en eski, en köklü ve en başarılı kulübüne, bir geleneğe, Cumhuriyetimizden de eski ve sahip olduğumuz en değerli markalardan birine " batmış, Ali Sami Yen'in kirasını bile ödeyemeyen bir kulüp" dedi..

O gün orada bulunan ve çoğu O takozun yaşı kadar Galatasarylı olan, liseden gelen, gelmeyen ama hayatının partisi, aşkı Galatasaray olan 40.000 aslanı, hem de kendi ormanında kedi gibi göstermeye çalıştı..

Bir süre hayretle bu söylemleri dinleyen ve aslında bir "Hayırlı Olsun"'u alkışlamak için orada olan Galatasaraylılar da buna daha fazla tahammül edemedi , edemezdi..

Yine de; bakanlara yumurta atılan, Dünya Basketbol Şampiyonası finalinde yani kulüplerin değil Milli Takımın maçında Başbakan'ın yuhalandığı, üniversitelerde protestolardan ders yapılamadığı bir ortamda sadece yuhlandı bu zihniyet..

Burası önemli..Ne zamandan beri stadyumda yuh sesi duymak suç oluyor ki ??

U2 konserinin bile propoganda alanına dönüştürülmeye çalışıldığı zamandan beri heralde..
Ya da, bir kulübün stad açılışında miting yapılmaya çalışıldığından beri..

17 Ocak 2011 Pazartesi

Sıfırcı Hoca


Bir yönetim nasıl olur da her alanda sınıfta kalmayı başarır anlamak mümkün değil..

Kadro planlaması sıfır
Transfer sıfır
Amatör şubeler bu seneye kadar sıfır , bu sene 3
İdari yapılanma , kurumsallaşma sıfır
Kapanış töreni sıfır
Açılış töreni sıfır
Kaynakların doğru kullanımı sıfır
Yıkım yapım sıfır
Taraftarla iletişim sıfır
Vefa sıfır
Dengeleri korumak sıfır
İç Huzur sıfır

Çoktan sınıfta kalmışlardı ; stad açılışıyla disipline de gittiler..

13 Ocak 2011 Perşembe

Gönlümün Sırça Sarayı



Yazı yazmak gönül işi..Açıksa kafam, ruhum, huzurum yerindeyse yazıya dökecek birşeyler mutlaka bulurum. Bu blogda yaklaşık 2 yıllık bir süreçte tam 221 yazıyla birlikte olmuşuz.2010 Mart'tan bu yana ise sesimiz,soluğumuz kesilmiş, paylaşım bitmiş, Demarke Vaziyet'i öksüz, yetim bırakmışız. 2010'un üzerine külleri serpip, 2011'a yeni umutlarla bakarken, bu hasreti sonlandırmak zorunda hissettiğim 'an'lardan biri tekrar buraya attı beni..

1990 yılıydı..Ümit Milli takım Japonya ile özel bir maç yapacaktı. Maçın boş olacağını tahmin eden babam, 'Hadi Ali Sami Yen'e, maça gidiyoruz' dediğinde, bugüne kadar gelecek bir serüvenin başlayacağını hissetmiştim sanki. Babamın tahmini fos çıkmış, stad 20 yıl boyunca göreceklerimin en kalabalıklarından biri olmuştu. O kadar ki; babamla birbirimiz kalabalıkta kaybetmiş, bir süre sonra tesadüf eseri tekrar karşılaşarak bulabilmiştik. Öyle karşılamıştı beni "mabed". O güne kadar yetiştirildiğim ve bulunduğum her yerden farklıydı..

1996-2000 yıllarında Sami Yen'de çocukluktan ergenliğe geçmiş, ziyaretçi değil müdavim olmuş, sosyal aktivitelerimin başına koymuştum maç günlerini..Galatasaray zaten aşkımdı doğuştan, Sami Yen de buluşma yerimiz. Çocukluğumu, gençliğimi dışarıda bırakıp adım atıyordum içeri; orada benden delikanlısı, benden isyankarı, benden vefalısı yoktu. Formamı geçirip, Meşale'de biraları tokuşturup tezahürehatlarla içeri girerken tek kişilik metal turnikelerden hep heyecanlanırdım 'Ya bu sefer bir sorun çıkarsa, ya giremezsem' diye..Sonra kalabalık koridorlardan itiş kakış tribüne çıkana kadar başka ; sahayı ilk gördüğüm o an 'bambaşka'..
Her güzel şeye alışılırdı ama buna hiç alışmadım. O heyecanı hiç kaybetmedim..Bir sonnraki buluşmayı hep iple çektim bir öncekinin damağımdaki tadıyla..
Rakip kendine yeni mekan yapmış; kıskanmadım,
Burası artık bizi taşımazmış ; sallamadım,
Girişler zormuş, trafik çokmuş, duvarlar çatlamış; dinlemedim..

O duvarlardı bizi yıllarca dinleyen, nazımızı çeken, en korkunç hallerimize dayanan..
Biz kirlettik o tuvaletleri, girişler bizimle tıkandı, yollar bizle kapandı;
Nankörlük etmedim..
Lüks istemedim ki ben; o sevda sürsün yeterdi..
Çünkü orası Sami Yen'di..

Seni yıksalar da benim gönlümün sırça sarayına dokunamazlar ya..