21 Ocak 2010 Perşembe

Eski Kaşarlar


Biraraya geldiler sonunda ; ama bu Ronaldo'nun kilo nedir ya ?!

Alışmadık G...E Don Durmazmış - Türkler Avusturalya Açık'ta

Türk Tenisi daha 2009 yılında Grand Slam görmeye başladı. Marsel İlhan önce Amerika Açık'ta ana tabloya girip bir tur geçti ; şimdi de Avusturalya Açık'ta aynı başarıyı tekrarladı.

Tabii, bu süreç gurbetçilerimizi de hareketlendirip tenise motive etmiş olacak ki; Marsel'in dün Şilili Fernandez ile oynadığı 2.tur maçında Türkler de tribünde yerini almıştı..
Olmaz olaydı ; bunu Eurosport falan yayınlamaz olaydı; bu olay da
" ya 2010 Avusturalya Açık'ta böyle bir olay olmuş, haberin var mı " şeklinde rivayet olarak zaman içinde uçup gitseydi..
Ama olmadı !
Eurosport maçı verdi ;
Türkler'in Avusturalya Açık çıkarması dünya tenisinin gözüne girdi.



Şu görüntülere bakın yaa! Adamlar da şaşırmıştır.
Tenis kortunda 3'lü çekmeler , meşale yakmalar , Marsel'i her sayıdan sonra tribüne çağırmalar.
Herşey kültür tabi ; bu milletin de bir tenis kültürü yok..
Olsun üst düzey bir futbol kültürümüz var ya ; o bize yeter..

Renaissance de Ronaldinho


3 yıl oldu Ronaldinho futbol oynamayalı..
Çoğu otorite ve taraftar için O dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusuydu. İnsanüstü yetenekleriyle ve oyundan keyif alan jest ve mimikleriyle tam bir ikondu Barcelona'da oynarken. Master eğitimim için Barcelona'da yaşadığım iki sene Ronaldinho'nun performansının en üstte olduğu, rakipleriyle dalga geçtiği , futbol oynarken dans ettiği yıllardı.

Ama benim için en ilginç olan bir Çarşamba sabaha karşı saat 04.00 civarı Buddha Bar'da her hafta aynı gece düzenlenen Model's Night partisinde bardan içki alırken yanımda bitmesi ve bunun sonrasında gelen 5 dakikalık sıcak sohbetti. Kendisini uzaktan takip eden korumaları müdahele etmek için hareketlendiği anda onları eliyle durdurdu ve çat pat İspanyolcamla söylemeye çalıştıklarıma cevap verdiği dakikalar başladı. Cevap vermeye çalışması ve o anda sergilediği tavır da sahada gözüken vücut diliye aynıydı.

Benim içinse zamanının Pelesiyle tanışmaktı o an ; sabaha karşı saatin kaç olduğunu önemsemeden babamı arayıp heyecanla paylaşmıştım olanları.

Sonra futboldan sıkıldı bir süre, Barcelona'dan da..
2010 Dünya Kupası'na aylar kala tekrar gücünü toplamaya, olmayı en çok sevdiği yerde olmak için yeteneklerini sergilemeye başladı. Bakalım bu performans O'na 2010 Dünya Kupası'nda Brezilya formasını giydircek mi ?

20 Ocak 2010 Çarşamba

Kırmızıdan Hisse - Galatasaray Pazarlama A..Ş.


Bundan 10 yıl öncesine kadar takımlarımız kurumsallaşma konseptinden henüz habersizdi.

Kulüpler, logolarının manevi değeri yanında , ticari olarak da çok önemli birer değer olduğunu henüz idrak edememişti.

15 - 20 milyon insanın tutkuyla bağlı olduğu, kalbinin birlikte attığı başka kaç logo veya marka olabilir ki? Futbol kulüpleri ,marka ve logo bilinirliği ve sevgisi düşünüldüğünde, Türkiye'de ve dünyada en önlerde geliyorlar. Herhangi bir ticari marka için bu sevgiyi ve bilinİriliği sağlamak marka yaratmanın en zor ve meşakkatli süreci aslında. Milyonlarca dolarlık reklam ve PR çalışmaları gerektiren ve bunların en doğru uygulamalarla yapılması halinde bile sonuca ulaşamayabileceğiniz bir süreç.

İşte, böylesi bir değer ve potansiyele sahip kulüplerimiz bu kıymetten ticari değer yaratabİleceklerini veya yaratmaları gerektiğini son birkaç yıldır fark etmeye başladılar.

Birçok uygulamasını sonuçları Fenerbahçe için yararlı ve doğru da olsa gidiş yolundan dolayı tasvip edemediğim Aziz Yıldırım, bunu ilk fark edendi. Fenerbahçe'de stad yapımıya birlikte hızlı bir kurumsallaşma ve marka değerini ticari olarak kullanma çalışmaları başladı. Fenerbahçe logolu ürünlerin satılacağı Fenerium mağazalar zinciri kuruldu. Bu mağazada satılmak üzere Fenerium markası yaratılması dışında , değişik sektörlerde çeşitli markalarla lisans anlaşmaları yapılarak Fenerbahçe logosunu kendi markalarında kullanıp ürün geliştirmeleri sağlandı. Feneriumlar franchisee sistemiyle Türkiye'nin her yerinde hızla çoğaldı ve bugün 25 milyon dolar civarı ciro yapan bir zincir haline geldi.

2000'de UEFA kupasını kazanıp markasının değerini hem lokal hem de global anlamda tavan yapan Galatasaray , bu süreçte hiçbir ticari fayda sağlayamadığı gibi, bilinçsizce yapılan harcamalar sonucunda son 10 yıla damga vuran bir ekonomik çıkmaza girdi. Fenerbahçe hem stadyum gelirleriyle hem de merchandising (forma,lisanslı ürün)gelirleriyle ezeli rakiplerinin çok önüne geçti ve 2008 yılına kadar da bu trend böyle devam etti.

2008 yılında ise Galatasaray Adnan Polat'ın başkanlığında ve Yiğit Şardan gibi reklam ve pazarlama alanında Türkiye'nin önemli yöneticilerinden birinin önderliğinde yepyeni bir yapılanmaya ve oluşuma gitti. Galatasaray Pazarlama A.Ş. pazarlamanın temel prensiplerinin tamamının uygulanmaya başladığı, yaratıcı iletişim ve tasarım çalışmalarının yapıldığı , konseptlerin yaratıldığı ve bunların altını dolduracak hikayelerle desteklendiği bir yere dönüştü.

Bugün gelinen noktada da , Galatasaray , Pazarlama anlamında iki rakibinin de oldukça önüne geçti. Pazarlama A.Ş.'nin koleksiyonlarını tasarlaması için Galatasaray Lisesi mezunu , lisenin değerlerini ezbere bilen ve kültürünü sonuna kadar yaşatan Türkiye'nin önde gelen tasarımcılarından Evrim Timur ile anlaşıldı. Bununla birlikte GS Store'un kendi koleksiyonlarında gözle görülür bir gelişme olmasının yanında, bu sezonun pazarlama harikası olan mor forma da hayata geçti. Ve,işte biraz uzun yoldan da olsa bu yazının çıkış noktası olan resimde Lucas Neill'ın elindeki kırmızı formaya geldik. O da, Pazarlama A.Ş.'nin başarılarından biri. Sezon başında diğer formalarla birlikte tasarlanan, sessiz sedasız Federasyona tescil ettirilen, Federasyonun sezon başında çıkardığı forma kataloğunda da yer alan ve diğer 3 formanın satış etkisi azalmışken piyasaya sunulan kırmızı forma. Onun da diğer 3 formayla paralel ve onları takip eden bir hikayesi var. Cesareti temsil ediyor.

Kulüplerin pazarlama çalışmalarını yönetimlere bağlı kalmaktan ayırıp tam profesyonel bir yapıya kavuşturması ve böylesi ekiplerle uzun soluklu çalışmaya devam etmesi gerekiyor. Yoksa asaletin de cesaretin de bir anlamı kalmıyor. Hepsi uçup gidiyor.

15 Ocak 2010 Cuma

Awesome Aussie's


Avusturalya'dan Kewell'a arkadaş geldi ; Galatasaray'ın "Aussie"leri ikilendi.

Defansın göbeği ve sağında oynayabilecek, kaliteli, tecrübeli, hava topu hakimiyeti olan, topu da bilen bir oyuncuya mutlak ihtiyacı vardı Galatasaray'ın. Devre arasında bulunabilecek iyi bir oyuncuyla çözdüler bu problemi.

Lucas Neill'in gelişi kağıt üstünde birçok açıdan faydalı ;

-Kewell'ın bugünkü mutluluğu ve İstanbul'daki huzuru en yakın arkadaşının katılımıyla artacaktır ; bu da önümüzdeki sene bitecek sözleşmesini yenilemesinde yönetimin işini kolaylaştırır
-Mehmet Topal ve Hakan Balta gibi çakma stoperler kendi esas verimli oldukları bölgeler dönerler ; defansın ortası da adam gibi bir stoper görür
-Sabri'nin yokluğunda veya Sabri'yi alternatif başka bir bölgede kullanacağın zaman sağ bek güvende olur
-Defanstan topu oyuna sokmada yaşanan eksiklik ortadan kalkar
-Takımın 6 harika atak oyuncusu ve 5 kazma savunma oyuncusu ayırımı bir miktar dengelenir ; defansa da zeka,karizma ve kalite gelir
-Dünya Kupası'nda Galatasaray'ı temsil eden oyuncu sayısı 4'e çıkar

Tabii, bunlar kağıt üstünde ; bir de yeşil sahada görelim..

Ederi Bu Mu ?


Öncelikle , bir özür ile başlayalım.
Lig tatile girdiğinden beri, bu blog da biraz tembelleşti. 1 aydır entry kıtlığı vardı ; bunun için özürler bizden ; takibe devam sizen diyelim ve gündemin ağır topuyla sezonu açalım..

Kulüplerin gözü aydın ; önümüzdeki sene harcayacakları harçlıkları belli oldu. Sevgili Süper Lig Kulüplerimiz önümüzdeki 4 yıl , bundan önceki 4 yıldır harcadıklarının iki katını çarçur etme şansına sahipler. DigiBaba'larının gönlünden onlar için senede kemiksiz 321 milyon dolar koptu..

Türkiye'nin en meşhur ihalesinin gündeme girişi aslında yazın başında Aziz Yıldırım , Adnan Polat ve Sadri Şener'in katıldığı Uğur Dündar'ın Arena programında olmuştu. Aziz Başkan orada yeni ihale bedelini direk açıklamıştı ;
" 400 milyon dolardan aşağı olursa FB'yi havuzdan çekerim "

Birçok insan , o gün için bu miktarı önemsememiş , "Başkan uçuyo" diye düşünmüştü, benimse kafamda o günden bugüne ihalenin bu sonuçla biteceği fikri vardı. Öyle de oldu ;
A, B ve C paketlerinin toplam bedeli net 375 milyon dolar olarak sonuçlandı.
Aziz Yıldırım'ın TFF, Kulüpler Birliği, ve futbolun diğer kurumları üstünde var olan etkisinin ,O'nun şahsından kaynaklı olarak Fenerbahçe'ye yaranmaya çalışan bir futbol kamuoyu olduğunun en büyük kanıtıdır bu bedel..


Burada sorulması gereken esas sorular geliyor akla ;

1 - Turkcell Süper Lig bu kadar eder mi?

Birbirimiz kandırmayalım ; televizyon kanallarının çokluğu ve rekabeti sayesinde hepimiz Türkiye Ligi'ni de , Avrupa'nın diğer bütün önemli liglerini de evimizde takip ediyoruz. Futbolumuzun oyun kalitesi , oyuncu kalitesi , hadi bunları da geçtim ; oyunun oynandığı ortamın kalitesi Avrupa'nın büyük liglerinin ne kadar gerisinde olduğunu bir kez daha söylememe gerek yok..Bu ligde sadece İstanbul'da maç oynanmıyor ; Diyarbakırda, Sivas'ta, Elazığ'da, Van'da da Turkcell Süper Lig maçları var ve buralardaki fiziksel ortam henüz İngiltere veya Almanya'nın 4.ligleri seviyesinde. En büyük stadlarımız bile çağın çok gerisinde (Ör:Ali Sami Yen)..
İhale edilen aslında tüm bunların toplam kalitesi ;
Bu yüzden ederi değil diyorum ;

2 - Yayın ihalesinin bedeli Avrupa'da kaçıncı sırada ?

Turkcell Süper Lig Avrupa'nın 6. büyük ekonomisi. Dünkü ihalenin 321 milyon dolarlık bedeli ise 5.liğe yerleşti. Fikir vermek açısından yayın haklarının en pahalı olduğu lig 700 milyon dolarlık bedelle İngiltere Premier Ligi. Ancak, burada düşünülmesi gereken daha önemli bir nokta var ;
Önümüzdeki 5 büyük ligin ekonomisinde yayın haklarının payı %35-50 civarı iken, bizim ligimizin değerinin % 85 - %90'ını oluşturuyor yayın hakları geliri..Yani, yayıncı kuruluşun aktardığı paralar olmasa ligimizin yarattığı başka gelir kaynakları yok denecek kadar az. Takımlarımız forma ve ürün satışından (merchandising), sponsorluk ve lisans anlaşmalarından , stadyumlarından veya oyuncu alım-satımından para kazanamıyorlar. Varsa, yoksa Dıgıturk ve İddia'dan gelecek paralara bakıyorlar. Yöneticilerin kolayına da gidiyor bu yöntem ; ne de olsa yayın haklarından ligin sonuncusu bile 15 - 20 milyon dolar arası para alıyor. Başka gelir kaynakları yaratmaya , bunun için emek harcamaya ne gerek..

3 - Yaratılan bu kaynak nasıl değerlendirilecek ?

Bizde bugüne kadarki yöntem değerlendirmek değil harcamak , tüketmek , çarçur etmek şeklinde anlatılabilir. Bundan sonrası da böyle olursa 4 - 5 yıl sonra ligimize 100 milyon dolar verecek bir yatırımcı bile bulunamayabilir..Digiturk, Ertan Özertem'in de ihaşeden sonra söylediği gibi kendi üzerine düşenden fazlasını son kez yapıyor ve karşılığında TFF ve kulüplerden de bu kaynakla kendilerini geliştirip , lige katma değer yaratmalarını bekliyor.