30 Eylül 2009 Çarşamba

Ulan Maradona Aynı Kafadaymışız !


Spor basınında bir "Ben demiştim" olayı vardır..

Bir maçın sonucu,bir takımın gidişatı ya da bir olay hakkında söylenebilecek her türlü şeyi söyleyip, sonra da zaten var olan birkaç ihtimalden biri gerçekleştiğinde
" aaa , ben demiştim bunu " derler..

Ben de diyim bari ;

7 Eylül tarihinde Maradona'nın Arjantin'ininin 2010 Dünya Kupası'na katılma şansı ile ilgili "Tanrı'nın Eli" diye bir yazı yazmıştım ;

Maradaona da dün dünya basınına konuşmuş ;

''Tanrı, beni birçok kez kurtardı. Bu sefer de kurtaracağına inanıyorum''

E ne diyim ; Maradona da benle aynı kafadaymış..

28 Eylül 2009 Pazartesi

Sodovay


Cristiano Ronaldo'nun öğrendiği İngilizce'de "Ben de.." anlamını taşıyan kelime..

Bi de "ekstrim kındişıns" var ; onu da sonra tartışırız .

Adios Roberto


Fenerbahçe'nin Antalya galibiyetinden sonra Daum basın toplantısında R.Carlos'a sezon boyunca çok ihtiyaçları olduğunu, O'ndan faydalanacağını söyledi ;

Aykut Kocaman da Roberto Carlos'un en azından sezon sonuna kadar kalacağını ifade etti ;

AMA ;

Cuma akşamı telefonla konuştuğum Roberto Carlos ise pek bu tonda konuşmuyor ;

" Aralık ayında Brezilya'ya dönüyorum .. "

Türkiye'de mevcut mal varlıklarını paraya çevirmeye , var olan sponsorluk ve reklam kontratlarını da fesh etmeye çalışıyor..

Benden söylemesi..

27 Eylül 2009 Pazar

Söz Sırası - Murat Murathanoğlu


Turnuva süresince NTV ile anlaşan ve doyumsuz anlatımıyla maçları bize yaşatan sevgili Murat Abi'ye beni kırmayıp Euro Basket 2009 yazısı ile bloguma konuk olduğu için çok teşekkür ederim ;

İşte Murat Murathanoğlu'nun kaleminden 12 Dev Adam Poland 2009 ;


SO FAR YET SO CLOSE

Murat Murathanoğlu


Polonya’da elde ettiğimiz sekizinciliğe bakarak, 2010 Dünya Şampiyonasından pek ümitli olmayanlara bir şey diyemeyiz. Ancak her ne kadar madalyadan uzak görünsek de, şu bir gerçek ki İspanya ve Sırbistan maçlarına bakarak, hatta ve hatta Yunanistan ve Slovenya maçlarını da değerlendirmenin içine alarak çok da uzak olmadığımız konusunda kendinizi ve etrafınızdakileri ikna edebilirsiniz. Hangisi gerçek? Uzak mıyız? Yoksa sanıldığı kadar uzak değiliz de hatta yakın bile sayılır mıyız? İşte bir milyon dolarlık soru bu!

Genelde Avrupa Şampiyonaları ile Dünya Şampiyonalarını mukayese ettiğimizde, madalya açısından çok fazla bir şeyin değişmediğini, ancak Arjantin ve ABD’nin de katıldığı bir şampiyonada altın veya gümüşün Avrupa Şampiyonalarına göre daha zor olduğunu görebiliriz. Ancak Dünya şampiyona katılan bazı takımlar, Avrupa Şampiyonasına katılsalar gruplarını kesinlikle sonuncu bitirirler. Dünya Şampiyonaları için tam olarak daha kolay denilemez, ama belki tepeden aşağıya kadar Avrupa şampiyonalarında yer alan takımlar daha güç olarak birbirine yakın takımlardır diyebiliriz. 2010 için nerede olduğumuzu değerlendirirken, 2009 Avrupa Şampiyonasını doğru analiz etmemiz lazım.

Nasıl kağıt üstünde biz çok daha güçlü ve kariyerli isimlerden oluşan bir kadroyu bir araya getirebilecek durumdaysak, aynı şeyler rakiplerimiz için de geçerli. Her ne kadar şampiyon İspanya’nın süper yıldızı Pau Gasol ben 2010 da yokum demiş olsa da, bir yıl içinde çok şeyin değişebileceğini düşünüyorum ve Jose Calderon’u da kadrosuna dahil etmiş bir İspanya’nın daha da güçlü olabileceğini görüyorum. İkinci Sırbistan ise sakatlık veya aşırı formsuzluk olmazsa, kadroya bir tek Igor Rakocevic’i ekleyecektir. Coach Dusan Ivkoviv bu kadrosunu seviyor ve Rakocevic’den başka belki, belki Dusan Kecman veya Zoran Erceg ikilisinden birini eklemek isteyebilir. Üçüncü Yunanistan’da önemli ilaveler olabilir. Dimitris Diamantidis, Theodoros Papaloukas, Kostas Tsartsaris, Panagiotis Vassillopoulos gibi isimlerden bir iki tanesinin bile eklenmesi, Polonya’da yaşadıkları bazı sıkıntıların ortadan kalkabileceği anlamına gelir. Benzer bir şeyi dördüncü Slovenya için de söyleyebiliriz. Son anda sakatlan oyun kurucu Beno Udrih’in 2010’da olması 33 yaşında olacak cesur yürek Jaka Lakoviç’in bu kadar yıpranmayacağı anlamına gelir. Tabii bu turnuvada sakat olan Matjaz Smodis ve Goran Dragic’in sağlam olmaları bile Slovenya’nın gücüne güç katacaktır. Bench’lerine derinlik ve kalite kazandırmak için de Sani Becirovic, Radoslav Nesterovic ve Sahsa Vujanic gibi tecrübeli isimlerden uygun olan bir veya ikisini de takıma monte edilebilir. Beşinci Fransa’ya baktığımız zaman ilave edilebilecekler arasında seçenekler çok fazla. Mickael Gelabale, Joakim Noah, Mickael Pietrus, Johan Petro ve Alexis Ajinca gibi NBA oyuncularından seçilecek isimler bile Fransa’yı yukarılara taşıyabilir. Hırvatlar Avrupa altıncısı oldu, ama sanki belki de süresi dolmuş bir takım görüntüsündeydiler. Mario Kasun Milli takımı bıraktığını açıkladı. Taze kan olarak Stanko Barac, Damir Markato, Ante Tamic veya Marco Tomas gibi isimlere bakılabilir, ancak şu anki görüntüleriyle onlar çok fark yaratabilecek gibi durmuyorlar.

Özetlersek, bizim üstümüzde bitiren ve 2010 Dünya Şampiyonasına katılmaya hak kazanan altı takımdan, Hırvatistan hariç hepsi daha güçlü ve iyi durumda olabilirler. Bu takımlardan Yunanistan, Slovenya ve Fransa ise çok daha güçlü ve çok daha iyi durumda gelebilirler. Dört wild card takımının üç tanesinin Avrupa’dan geleceği konusunda herkes hem fikir. Kim olabilir bunlar? Şimdiden kesin olarak konuşmak kolay değil, ancak dört takım arasında Litvanya ve Rusya olmazsa herkes çok şaşırır. Andre Kirilenko, J.R Holden ve Viktor Khryapa gibi ezberlenmiş isimlerin yanı sıra bu şampiyonada sakat olan Sahsa Kaun ismini de eklersek, Rusya çok daha güçlü bir kadroyla karşımıza çıkabilir. Litvanya ise Ramunas Siskauskas, Sarunas Jasikevicius, Rimantas Kaukenas, Darius Songalia ve Arvydas Macijauskas menüsünden bir ana yemek (oyun kurucu) iki de yardımcı yemek (skorer) eklese bambaşka bir takım olur. Avrupa’dan gelecek üçüncü ve son takımın Dirk Nowitzki izin alabildiği takdirde Almanya olacağını düşünüyorum, ama bir terslik olursa 2012 Londra Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak olan Büyük Britanya’nın Ben Gordon, Luol Deng ve Kelenna Azubuike ilavelerini gerçekleştirebildiği takdirde kimsenin oynamak istemeyeceği bir takım olabileceğini de unutmamak lazım.

2010 Dünya Şampiyonası için ne kadar yakınız, ya da çok mu uzaklardayız diye düşünürken, ve Polonya’yı değerlendirirken bunları da unutmamak lazım. Biz sadece Polonya’da yer alan takımların ne olabileceğini masaya yatırdık. Son iki dünya şampiyonasın da altın madalyaya uzanamayan ve hasreti gidermek isteyen ABD, süper jenerasyonunun belki de madalya için son şansını elinde bulunduran Arjantin, ve bize her zaman ters gelen Brezilya ile gününde olduklarında herkesi yenebilecek silahlara sahip Porto Riko’da bu listeye eklenecek takımlardır. Evimizde oynamanın mutlaka bazı avantajları olacaktır. Ancak evimizdeyiz diye Yunanistan, İspanya ve Sırbistan’ın her turnuvada, nerede olurlarsa olsunlar gördükleri hoş görünün ve arkalarına aldıkları rüzgârın bir benzeri beklemekte hayalcilik olur. Sonunda bu takımlar çok önemli bir seviyenin üzerinde basketbol oynuyorlar. Oynayamadıkları zaman Belgrad’da bile Sırbistan’ın halini gördük. Çok rahatça dibe vurabiliyorlar. Seyircinin desteği ve itici gücü, yorgunluklara doping, hayal kırklıklarına moral, takım içi yaşanabilecek tartışmalara veya çekemezliklere flaster bant olabilir, Ama takımın da iyi, kadronun da yeterli durumda olması daha da önemli. Bakalım “so far yet so close” mu yoksa “so close yet so far” mı?

25 Eylül 2009 Cuma

Profesyoneller


Futbolcunun işinin doğal bir parçası,gereğidir kamp..Sezon öncesi, devre arası ve Milli Takım'ın katıldığı yaz dönemindeki uzun dönemli kamplar ,bir de her maçtan önce hocanın takdiri , maçın önemine göre değişen bir - iki gecelik kamplar..Biz Türkler bunu böyle gördük , böyle öğrendik ve kabul ettik.

20-25 yaş arası 25 tane adam , bunlara teknik heyet, idari ekip gibi staff üyelerini de eklersen 40 civarı adamın birarada yaşadığı,tesislerdeki odalarında belli kurallar çerçevesinde geceledikleri ve sabahta tekrar bir yere kaybolmamış olarak doğru zamanda doğru yerde olabildikleri izci kampından hallice ama o mantıkta bir aktivite..

Oyuncu milletini kendi haline bıraksan mutlak bir arıza çıkar; en iyisi hepsi dizimin dibinde dursun zihniyeti;

Bunlar şimdi akşam karıya kıza gider ; dur ben bunları birarada tutayım kafası ;

Alkol alır, sapıtır , uykusuz kalır, yorgun düşer mantığı ;

Ya da bunların hepsi..

Ama sonuçta bizde hep var olan, doğal olan ve hiç tersi düşünülüp sorgulanmamış bir olgu..

Şimdi tersini yapan ve yaşayan birileri var ;

Onlar sezon başından beri lig ve Avrupa'da oynadıkları 13 resmi maçtan önce hep evlerinde uyumuşlar ; eşleriyle kalmışlar ;

Hiç maç öncesi kampı yapmamışlar ;

Belki bu sayede hep beraber tıkılıp kafayı maça takmamışlar, gerilmemişler ;

Belki aralarında gruplaşıp ,gereğinden fazla konuşup takım içinde huzursuzluk yaratabilecek durumlara sebep olmamışlar,

Profesyoneller oldukları için ertesi gün işlerini iyi yapmaları için yapmaları gereken şeyleri kendiliğinden zaten yapmışlar ,

Ertesi gün de sadece maça çıkıp işlerini yapmışlar ;

Sonuçta da 11 galibiyet , 2 beraberlik almışlar..

Galatasaray'da Rijkaard'ın gelmesiyle maç öncesi kamp dönemi sona erdi ,
Ama bundan bahseden henüz yok..
Farkında olan var mı ?

18 Eylül 2009 Cuma

Hakemspor



Bi takım kadar oldular seneler içinde yavaş yavaş..

Sahaya yayılabiliyor , alan daraltabiliyorlar..

Utanmasalar başlarına da Erman Toroğlu gibi bir hoca alıp taktik yapıp sahaya çıkacaklar..

Bugün 1 - 3 - 1 oynuyoruz veya 2 - 1 - 2 alan !

UEFA'nın Hakemsporu bu sene UEFA Europa League'in en büyük favorisi..


16 Eylül 2009 Çarşamba

Başarılı Sponsorluk - Melanie Oudin


Bir marka için, sponsor olunacak doğru sporcuyu bulmak birçok bileşenin biraraya gelmesi ile oluyor.

Zaten şöhrete ulaşmış , sportif anlamda büyük başarılar elde etmiş, madalyalar almış bir sporcu ile anlaşmak bir keşif değildir. Ya da markanın başarısı olarak düşünülemez ; o oyuncunun başarısıdır. Marka da bol sıfırlı bedeller ödeyerek oyuncunun adının yanına adını yazar. Burada tok alıcı oyuncudur..Performansı ve popülaritesiyle birçok ünlü markayı kendine çeker ve aralarından seçimlerini yapar.

Markalar için esas başarı bir sporcuyu henüz keşfedilmeden , adı duyulmadan markaya bağlamaktır. Oyuncunun potansiyelini görüp , ona yatırım yapmaktır. Bugün oyuncu hiçbir Bu aslında takımlar için de böyle değil midir? Esas olan altyapıdan oyuncular çıkartıp parlatmak veya genç ama potansiyeli yüksek oyuncuları ucuza alıp değerini artırmak ve bu oyunculardan fayda sağlamaktır.. Büyük spor markalarının bireysel sponsorluk portföylerini de bir takım gibi düşünebiliriz. Her spor dalında markayı temsil edecek ayrı bir takım..Bu takımda ne kadar altaypıdan gelen yani henüz pazarlama ikonu olmadan keşfedilen sporcu varsa, o marka o kadar başarılı bir scouting yapmış ve efektif yatırım yapmış demektir.

Bu girizgahı aslında güzel bir örneği sizle paylaşabilmek için yaptım..

Melani Oudin 17 yaşında..
Amerika Açık Tenis Turnuvası'nda 2006 şampiyonu Maria Sharapova ve Olimpiyat şampiyonu Elena Dementieva'yı eleyerek çeyrek finale kadar gelip turnuvanın parlayan yüzlerinden biri oldu ve çeyrek finalde elendi..
Bu turnuvadan önce senin benim gibiydi ; hiç kimse..Kimse O'nu tanımıyordu. Şimdi öncelikle tenis sonra da spor dünyasında tanınan, takip edilen bir isim oldu.
adidas , Oudin ile 1 yıl önce profesyonelliğe ilk geçişinde uzun süreli bir kontrat yapıp kendi tenis akademisinde eğitimine katkıda bulundu ;giyim sponsoru olarak da yanında yer aldı..
Amerika Açık'tan önce de adidas internet sitesinde yer alan "kendi ayakkabını kendin yap" bölümünde Oudin'le birlikte erkeklerde de 22.sırada yer alan Sam Querrey'i kullandı. Oudin sitede adidas'ın ünlü tenis ayakkabısı Barricade V'i kendi istediği renklerle oluşturdu ve turnuvada bu ayakkabıyla mücadele etti. Oudin , ayakkabısının yan tarafına da " Believe " yazdırmıştı.



Oudin kendine , adidas Oudin'e inandı, sonuçta adidas'ın internet sitesi ziyaretlerinde patlama oldu ; Barricade'in sadece Amerika pazarında satışı yapılan kendin yarat modellerinin satışlarında da turnuva döneminde büyük artış oldu..
Melanie daha ünlü olmadan adidas'a gereken katkıyı yaptı..adidas da ektiğini biçmiş oldu..

Rain Rain Rain..Beatiful Rain..

Dün akşamki Chelsea-Porto maçı..
Londra'nın meşhur yağmuru..

Ve futbolcunun Tanrı'ya dönüşü..




Meşin Yuvarlak


Yeni Şampiyonlar Ligi topu da dün sahalara indi..FINALE 9..


adidas'ın Şampiyonlar Ligi sponsorluğu için geliştirip ürettiği Finale serisinin 9.çocuğu..Her sene olduğu gibi bu yıl da Mayıs ayındaki final maçı için özel bir top olacak; Finale Madrid.

Şampiyonlar Ligi topu her zaman için futbolcuların oynamayı en sevdiği top olmuştur, bu seferkinin tasarımı daha da bir güzel olmuş.

Agresif

Roon tabelada kendi numarasını görür ;


Daha oynayası vardır ; bu Sir niye onu oyundan alır ki?!


Yalandan bir sırt sıvazlamayı da yemezlerrr ;


Beşiktaş taraftarı ile arası da çok iyidir ;taraftarın da onla..


Havada uçan şey de krampon; Sir Alex'e daha önce de atılmış bir şey..

Kabız


Beşiktaş'ın bu sezonun başından beri oynadığı futbolu bu kelime çok güzel anlatıyor ; KABIZ..

Çaba var ; istek var ; ucuna kadar da geliyo ama nafile..Bir türlü son aksiyon gerçekleşmiyor..

Mustafa Denizli bu kadroyla Galatasaray maçına çıksa Galatasaray'ın işi daha zor olurdu. Takımı kabız yapan faktörlerden birisi Nihat'tı..Adamın suratından isteksizilik , mutsuzluk, olduğu yeri yadırgama akıyor bu sezon. Mustafa Denizli O'na kementi ilk 5 maç atmadı, gitti Nihat'ın sezon başından beri belki de en istekli oynayacağı ve tecrübesinden en çok faydalanacağı maç bu iken Nihat'ı bu maç aldı yanına.


İsmail Köybaşı yerine İbrahim Üzülmez zaten Allah'ın emriydi. Galatasaray maçı için de öyleydi aslında ama hoca İsmail'i oynatmıştı. Bu tarz zorluk derecesi yüksek maçlar ve savunulması zor kanat oyuncuları karşısında İsmail olmaz , olmayacak..


Holosko varsa ilk O'nu yazarım sonra gerisini..

Nobre sağlamsa tek forvette büyük maçlarda hep Nobre oynamalı ;

Yusuf kanatta olmaz , ortada bile zor olur ;

Tello sağlamsa oynar..

En önemlisi ise Ekrem Şampiyonlar Ligi oynayan Beşiktaş'ın orta sahasının göbeğindeki adam olmamalı. Orta sahada yanyana Ekrem ve Fink olunca kabızlık oradan başlıyor zaten..Takım oyunu tutabiliyor ama o kadar..Ötesine geçemiyor.


Sir Alex ise 3 puanı beklediğinden zor aldı heralde. Son yarım saatteki Berbatov - Owen katkıları ve onlarla gelen taktik değişiklik Beşiktaş'ı zorladı ve çirkin adam Scholes'la aradıkları altını buldular. Rooney Çarşı'yı kızdırmıştı önceden , onlar da O'nu kızdırdılar..Alex Ferguson'un en sevmediği hareketleri yaptı çıkarken , çıkışından sonra gol de gelince bütün tepki boşa gitti, Ferguson kesecektir cezayı..

Valencia biraz çakma Ronaldo gibi oynuyor. Kısa süreli Ronaldoluklar yapabiliyor ama Manchester'ın da bir miktar güç kaybettiği açık.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Dünyanın En Pahalı Forması


Liverpool global anlamda en çok takip edilen, dünyanın her yerinde sadık taraftarları olan, forması en çok alınan ve ürünleri en çok satılan takımlarından biri.

İşte böyle bir formanın göğüs reklamını alabilmek de dünyanın her yerinde reklam mecrası satın almakla aynı şey.

Yıllar geçtikçe retro değeri kazanan formalar hep reklamlarıyla anılır ;
Milan'ın Mediolanumu, Real Madrid'in Teka'sı, Beşiktaş'ın Beko'su, Galatasaray'ın Türk Ticaret Bankası formaları vardır..





Liverpool'un göğüs reklamı da tam 17 yıldır meşhur bira markası Carlsberg'di..Ondan önceki " Candy " reklamı da tarihin efsanelerindendir bu arada. Liverpool'un bugün bile Candy reklamlı retro formaları satılıyor. İşte markanı koyacağın doğru mecrayı bulmak böyle birşey..Şimdi 2010 - 2011 sezonundan başlamak üzere Mersyside'ın kırmızı - beyazlılarının formasının göğsünde "Standart Chartered" isimli Londra kökenli global bankanın reklamı olacak. Bu reklamın bedeli de toplamda 80 milyon pound olacak..Bu da, Manchester United'ın yeni sponsoru AON ile birlikte bir formanın göğsünde yer almak için tarihte ödenmiş en büyük bedel..

9 Eylül 2009 Çarşamba

Aman Özer Dikkat !


FB'nin 10 numarası Alex De Souza bugün Vatan gazetesinde yer alan açıklamasında şöyle demiş :

"Ben F.Bahçe’de çok mutlu günler geçirdim, halâ da geçiriyorum. Bu seneden sonra bir yıl daha forma giyip, artık ülkeme döneceğim. Ancak en çok sevindiğim konu Özer Hurmacı gibi bir yeteneğin takıma kazandırılması. Benden sonra 10 numarayı hak edecek, taşıyacak, gerekliliklerini yerine getirecek Özer’in takıma katılması F.Bahçe camiası için mutluluk verici. 10 numaralı formamı kesinlikle gözüm kapalı ona teslim edeceğim.

Dünya futbolu yakın zamanda Arda’yı konuşacak. Arda çok yetenekli bir oyuncu. Arda’ya Türkiye sahip çıkıyor. Bu da onun için avantaj. Ancak Özer’in artıları Arda’dan daha fazla. İkisi de Türk futboluna çok şeyler kazandıracak önemli yetenekler. Özer hem teknik hem daha güçlü. Türkiye bu önemli iki yıldızla büyük başarılara imza atacaktır. Özer tamamiyle iyileşti. Üzerindeki korkuyu da attıktan sonra meziyetlerini yansıtmaya başlasın, Arda kadar gündemde kalacak ve medyada belki de daha fazla yer bulacak bir yetenek."


Alex en son Maldonado için böyle şeyler demiş ve Şili'li oyuncunun gördüğü en iyi defansif orta saha oyuncusu olduğunu söylemişti. Fenerbahçe de Alex'in referansıyla Maldonado'yu transfer edip, taraftarı kanser eden 1,5 senelik süreci başlatmıştı.

Aman Özer , dikkat..

Haaydi Bree


12 Dev Adam müthiş başladı turnuvaya..Teknik taraflarla ilgili ayrıca yazacağım ama önce reklamlar diyorum ;

Turkcell'in Basketbol Milli Takımları ana sponsorluğu yıllardır sürüyor ve her yaz Milli Takımın katılacağı turnuvalar döneminde Turkcell bu sponsorluğunu vurgulayacak TV reklamları , radyo spotu, gazete ilanları yapıyor.

Aman yapmasın ya!

Bu ne! Güreş Milli Takımı mı sahaya çıkıyor?
O haydi breaaa nedir ya reklamın sonundaki..Cinsi belirsiz Ali Poyrazoğlu'ndan pehlivan nidası!!
Reklama hiç para harcanmamış olmasını çok da irdelemiyorum. Yani, boş bir stüdyoda yapılan tek planlık bir çekim olmasını, oyuncuların kullanılmamasını, müzik olmamasını vs eleştirmiyorum.
12 Dev Adam'ın ruhuna uygun bir coşku , milletin içini ısıtacak bir dinamizm görmemeyi ve reklamdan her çıktığında nefret etmeyi eleştiriyorum.
Turkcell,aynı anda, 3G reklamları için de Hedo'yu kullanıyor. O reklamlar serisi de en az bu reklam kadar sıkıcı ve yaratıcılıktan uzak..Nuri Nuri Nuri Nuri..Hidayet'in Nuri deyişi komik gelecek halka diye düşündüler heralde..53 milyon dolarlık adamı bulmuşsun, bir ton da para vermişsin bunca programının içinde senin reklamında oynasın diye ; sonra çıkan işe bak..
Turkcell'in ajansı bu yaz tatildeydi heralde..İyi tatiller ,ne diyelim..

Marsel İlhan


80 yıllık Cumhuriyet tarihimizde teniste bir Grand Slam turnuvasında ana tabloya girebilen yani bir şekilde bu 4 prestijli turnuvadan birinde teklerde resmi bir maç yapabilen ilk ve tek tenisçi Marsel İlhan..

Tenis ata sporumuz değil , burdan öncelikle onu anlıyoruz !

Sonra da,70 milyon gibi küçümsenemeyecek bir nüfusu olan bu ülkeden bireysel birspor dalında tabiri caizse niye bir tane bile adam çıkmadığını sorguluyoruz tabii. Bence üzücü değil, utanç verici. Marsel'in de Gürcü kökenli olması ve oradan buraya gelmiş olması durumu da, olayı biraz daha depresif yapıyor..

Pazar günü Hürriyet'in ekinde okudum Marsel ropörtajını ; ilginç cümleler vardı ;

Şöhreti seviyorum ve istiyorum ,
Kız arkadaşım ünlü olunca zaten olur ;
Niye alışveriş merkezlerinde benim resmimi de çekmiyorlar tarzı..

P.tesi ofise ziyarete geldi ; çektim..Sevinmiştir heralde!
Ya bi de siz söyleyin , bu adam hiç Türk tarihinin en başarılı tenisçisi gibi duruyo mu?! (soldaki :))
Başarılar Marsel..

7 Eylül 2009 Pazartesi

Şaka Değil


Yukarıdaki resimde Brezilya Teknik Direktörü Dunga, Galatasaraylı Elano'yla sevincini paylaşırken Fenerbahçe'li Andre Santos da mutluluk fotosuna dahil olmuş..

Bir gün Brezilya Milli Takımı Dünya Kupası Elemesi'nde hayati bir maç için Arjantin'e gidecek ve sahaya çıkacak 11'de de biri Galatasaray , biri Fenerbahçe forması giyen iki oyuncu olacak deseler ; git işine derdim..Hele de bu oyuncuların yanında orta sahada Kaka , Robinho var ; Ronaldinho ise kadroya bile giremiyor deseler ; yuh sana artık diye de eklerdim..


Roberto Carlos'u buraya getiren Fenerbahçe'ye bu kapıyı açtığı için ; iki takımın yöneticilerine de bu adamları alıp bir hayali gerçekleştirdikleri için helal olsun demek de boynumun borcudur..

Tanrı'nın Eli



Önemli futbol husumet ve rekabeti sıralamasında Milli Takımlar düzeyindeki en büyük rekabettir Arjantin Brezilya rekabeti..

Arjantin 2010 elemelerinde Maradona önderliğinde pek de parlak sonuçlar alamamıştı ve 4. sırada yer alarak çıktı sahasındaki maça..

Seyirci baskısını daha da artırmak için maçı da River Plate'in El Monumentalinde de Boca Juniors'ın La Bombonerasında da oynamadılar; daha küçük ve baskıyı daha çok hissettirecek Rosario Central Stadı'na aldılar..

Brezilya ; grup lideri olmanın rahatlığını müthiş kullandı ve tarihi bir skorla ; ezeli rakibini kendi evinde 3 - 1 yenerek aldı G.Afrika biletini..

Arjantin'i ve Messi'yi G.Afrika'da izlemek ise Tanrı'nın Eli'nde artık..