30 Mart 2009 Pazartesi
Penaltının Matematiği
Bilim adamları var ya , hani şu bizim için herşeyin herşeyini hesaplamaya çalışarak ömür geçiren adamlar..Tahminimce hesaplanacak şeyler , keşfedilecekler azalmış ki, bu sefer oldukça ilginç birşeye kafa yormuşlar!
Mükemmel penaltı nasıl atılır ?
Yetenek , tecrübe , baskı altına hareket edebilme yeteneği vs. gibi gerçek faktörler bir yana bırakılsın, aşağıdaki adımlar izleseydi Roberto Baggio Dünya Kupası Finali'nde kaçırdığı o penaltıda Taffarel'i mağlup edecekti ;
- Vuruşun hızı en az saatte 65 mil olmalı
- Top tam olarak üst direkle yan direğe 50'şer cm.'lik bir mesafeden kaleye girmeli
- Oyuncu topa 5 - 6 adım attıktan sonra vurmalı
- Topa geliş açısı 20 - 30 derece civarı olmalı ;
Tamam da bunları hesaplayabilmek için futbolcunun önce matematik mühendisliği diploması alması, geometride uzmanlaşması ve yanında iletki , gönye tarzı aletler taşıması gerekir.
Bilim adamlarına sesleniyorum ,bırakın bu işleri..
İspanyol Modası
İspanya Milli Takımı'nın bu yaz Konfederasyon Kupası'nda mücadele ederken giyeceği formalar Türkiye Milli Takımı'dan önce basına tanıtıldı ve sponsor adidas'ın hazırladığı formaları ilk kez Cumartesi günü bizim maçta giydiler.
Tanıtım filminde konsept "Nothing is impossible" yani "Hiçbirşey İmkansız Değildir". İspanya tarihinde hiç Konfederasyon Kupası'nı kazanmamış. Kampanyada oyuncular bunu vurgularken , bir yandan da Euro 2008'in de imkansız olarak görülen bir başarı olduğu görüntülerle anlatılıyor.
Keşke bizim sponsorlarımız da böyle gelecekteki başarılara bizi motive eden temalar işleseler..
Zamansız ol
Milli Takım maçları yaklaşınca ekranlarda, gazetelerde, billboardlarda sadece sponsorların Milli Takım reklamlarını görürüz..Verdikleri onca paranın karşılığı olarak aldıkları Milli Takım'ı kullanarak reklam yapma haklarını bu dönemde kullanırlar. Etrafta Milli Takım temalı onca reklam dönerken , işin sırrı bunların arasında farklılaşabilmek , akılda kalabilmektir.
Son İspanya maçları serisi de sponsorlara harika bir ortam yarattı. Euro 2008 süresince yarattıkları konseptler, kupadan sonra yavaş yavaş etkisini kaybetmişti ve tekrar canlandırabilmek için dünyanın en iyi takımı ve Euro 2008'in son şampiyonu İspanya ile oynanacak iki maç harika bir fırsattı.
Aynı zamanda, Federasyon ile sponsorları arasındaki sözleşmeler genelde büyük kupaların bitişiyle birlikte sona erer. Dikkat ettiyseniz, bu haftya içinde Federasyon sponsorluk anlaşmalarını yeniledi ve sözleşmeleri 2012'nin sonuna kadar uzattı , Euro 2008'in başarısından aldığı güçle de sponsorların karşısına kuvvetli bir elle çıktı ve gelirlerini artırdı.
Turkcell : Biz Kimiz , Dünya Büyükse Biz De Büyüğüz
Nike : Amansız ol
Garanti: Türko futbolu
Üç marka da uzun ve duygusal , halkı gaza getirecek metinler üzerine kurmuş kampanya kurgusunu. Biz böyle gazları çok seven bir milletiz. Bir anda o reklamdaki karakterler oluveriyoruz. Amansız bir pitbul veya Transformer modeli bir robot oluveriyoruz hemen. Yenilmeyeceğiz ya!!
Bu son kampanyalarda bir Fatih Terim motifi var. Tüm markalar Euro 2008'de bireysel olarak karzimasını daha da büyüten ve pazarlama imajı olarak gücü belki de Milli Takım'ın önüne geçen Fatih Hoca'yı reklamlarının merkezine koymuşlar. Etkileyici ses tonu ve meşhur motivasyon konuşmalarından etkilenip , gaz veren metinlerini hocaya okutmuşlar. Tabii, bunun için de Hoca'ya ekstra bireysel ücret ödemişler.
Bu tarz , Milli Takım teknik direktörünün başrol oynadığı sponsor reklamı ben şahsen çok fazla görmedim. Fatih Terim'in reklam işlerinde bu kadar çok yer alarak da doğru birşey yapmadığını düşünüyorum. Milli Takımlar sorumlusu reklam kampanyalarının yıldızı olarak bir setten öbür sete koşup cebini doldurmaz. Hele de , bu reklamlar bir başarının hikayesini anlatmıyorsa..
Milli Takım kampanyaları riskli kampanyalardır. Takım senede 3 - 5 maç yapar , bunları da kaybederse sponsorların onca çabası boşa gider. Ne olacak şimdi İspanya'ya Ali Sami Yen'de de kaybedersek!!
Amansız Boyun eğmez
Amansız diz çökmez
Zamansız olacak biraz ..
23 Mart 2009 Pazartesi
2009-2010 formaları
Forma önemlidir..Taraftarlar yeni sezon formaları ile ilgili heyecanları daha geçmeden, bir sonraki sezon ne giyeceklerini merak etmeye başlarlar.
Bir sonraki sezon formaları da ne yapılırsa yapılsın bir şekilde basına sızar ve aylar önceden tartışmaları başlar.
Yine büyük takımların önümüzdeki sezon formaları da ortalıkta dolaşmaya başladı..
İşte Barcelona'nın önümüzdeki sezon deplasman forması;
Manchester United da 1909 yılında FA Cup'ı ilk kez almasına ithafen aşağıdaki formayı kullanacakmış :
İngiltere Milli Takımı 2010 Dünya Kupası'nda bu formayla oynayacak ;
Son olarak Liverpool'un önümüzdeki sezon giyeceği deplasman forması ;
Özellikle Manchester United'ın forması bayaa tartışılır, ne dersiniz..
Bir sonraki sezon formaları da ne yapılırsa yapılsın bir şekilde basına sızar ve aylar önceden tartışmaları başlar.
Yine büyük takımların önümüzdeki sezon formaları da ortalıkta dolaşmaya başladı..
İşte Barcelona'nın önümüzdeki sezon deplasman forması;
Manchester United da 1909 yılında FA Cup'ı ilk kez almasına ithafen aşağıdaki formayı kullanacakmış :
İngiltere Milli Takımı 2010 Dünya Kupası'nda bu formayla oynayacak ;
Son olarak Liverpool'un önümüzdeki sezon giyeceği deplasman forması ;
Özellikle Manchester United'ın forması bayaa tartışılır, ne dersiniz..
Uzun Vadeli Planlar
Liverpool muhteşem bir dönem geçiriyor. Bir hafta içinde dünyanın en iyi 5 takımından ikisi; Manchester ve Real'e içerde dışarda 4'er atmışlardı , dün de Aston Villa'ya 5 attılar. Şu anki tek problemleri teknik Direktörleri Rafael Benitez'in kontrat uzatma görüşmeleri. Onu da taraftar çözmüş yukardaki pankartla. Benitez, maçtan sonra yaptığı açıklamada, kafasındaki karmaşık düşünceleri Liverpool'un içerde, dışarda tüm maçlarında stadyumda gördüğü yukarıdaki pankartın sildiğini söylüyor ;
"Her Zaman Mümkün"
Toplum olarak uzun vadeli planları sevmiyoruz. Böyle bir kararlılık, disiplin ve en önemlisi sabrımız yok. Her yeni gelenden hemen başarı bekliyoruz. Gelecek dönemde daha istikrarlı başarılar elde etmek adına bugün yapılması gereken hiçbirşeyi yapmıyoruz, yapana da yaptırmıyoruz.
Alex Ferguson Manchester United'da 22.senesini doldurdu. Arsene Wenger de Arsenal'in başında 14.yılında..
Manchester'lı bir gencin tanıdığı bildiği tek teknik adam Sir Alex. Hep mi şampiyon oldu? Hep mi başarılıydı? Şöyle bir saptamada bulunayım ; Ferguson'un Manchester'ın başındaki 22 yıllık dönemde galibiyet oranı %57. Yani, SIR Alex bile takımının başında çıktığı her 2 maçtan birinde puan kaybetmiş. Manchester United'ın baçına geçtiği 1986'dan 1993'e kadar; yani 8 sezon şampiyonluk yaşatamamış , o dönemde sadece 1990'da bir tane Kupa Galipleri Kupası almış. Türkiye'de bir teknik adamın başarı kredisi veya onun için bir karar verilmesi için gereken süre ise 8 maç bile değil..Bunu da geçtim , başarılı bir teknik adamın bile 8 aylık ömrü garantide değil.
Burada bir yanlışlık olduğu , bu yanlışlığın da bizim kafamızda olduğu apaçık. Sürekli köklü yapısal değişiklikler yaparak istikrarlı başarılar elde etmek mümkün değil. Bunun saha tarafını geçtim , ekonomik olarak kuvvetli bir yapı sağlamak da mümkün değil. Her yeni teknik kadro kendi transferlerini yapmak ister, kendi ekibini getirir , kendi malzemelerini ister vsvsv..Eskinin kalanlarının tazminatı , bedelsiz gönderileni falan da eklersen her sene kulübün tapusunu verirsin demektir.
Uzağa gitmeye gerek yok..Kendi ülkemizde başarı diye adlandırdığımız tüm olaylar da istikrarı yakalayabildiğimiz az zamana denk gelir. Galatasaray'ın 2000 başarıları, Fatih Terim ve yönetim kurulunun 4 yıllık çalışmalarının meyvesiydi. Keza Milli Takım'ın başarıları da Piontek'ten itibaren devam eden bir ekip çalışmasının ürünü..
Yönetimler, kendi başarılarının anahtarının da uzun vadeli planlardan geçtiğini artık anlamalı. Altyapısı olmayan başarıların bugünü kurtarırken, yarının hedeflerini, beklentilerini büyütmekten ve takımı daha büyük bir kaosun içine atmaktan başka bir işe yaramadığını görmeli..
19 Mart 2009 Perşembe
18 Mart 1992
Bu tip tesadüflere çok inanırım. 18 Mart 1992 tarihi Galatasaraylıların hayatında önemli bir yer tutar. O zamanlar Kupa Galipleri Kupası vardı, Galatasaray da çeyrek finale çıkmış , Werder Bremen ile eşleşmişti. Almanya'daki ilk maçta Kosecki'nin golüyle öne geçmiş , sonra maçı 2 - 1 kaybetmiştik.
İkinci maç 18 Mart 1992'de Ali Sami Yen'de oynanacaktı. Ortaokula giden ben, maçı seyretmek için okulu kırmıştım , evde maçı bekliyordum. Olmayacak oldu ve sabahtan maça kadar yağan inanılmaz bir kar Ali Sami Yen'i bembeyaz kapladı. Televizyon sürekli maçın oynanıp oynanmayacağı ile ilgili yayınlar yapıyordu , gelen görüntülerde ,iki adım ötedeki İnönü yemyeşilken Ali Sami Yen'de maç oynanmaz duruyordu.
Ne olursa olsun Ali Sami Yen Ali Sami Yen'di ve maç orada oynandı. Rotariu'nun son dakikada karda takılıp kaleye girmeyen topu da tüm Galatasaraylılar'ın yüreğine kazındı.
Bugün 19 Mart 2009..
Galatasaray yine kupa 2'de , yine bir Alman takımıyla Ali Sami Yen'de rövanş maçı yapacak..
Yine ilk maçta avantajlı olan biziz..
Ve yine kar yağıyor..
Uffff..
16 Mart 2009 Pazartesi
Keramet Kramponda
Perşembe günkü entry'de size fırından taze çıkan kramponları Colman ve Alanzinho'nun giyeceğinden bahsetmiştim. Bir daha çıkarmazlar heralde diyorum. İkisine de oldukça uğurlu geldi yeni ayakkabılar. Alanzinho Türkiye'ye geldiğinden beri en etkili oyununu bir gol, bir de asistle süslerken , Colman'ın golü de muhteşemdi.
Ne garip iş şu benimkisi yaa , insan kendi takımını vuran silahları kendi elleriyle özene bezene düşmana verir mi!!!
13 Mart 2009 Cuma
İlle de Epik Olsun
Türk'lerin içinde olduğu her önemli maç gibi, dün akşamki Hamburg Galatasaray maçı da dramatik , trajedik , komik , garip , yorumla lafla çok da anlatılamayacak bir maç oldu. Normal maçları sevmiyoruz zaten. İlla epik olacak!!
İlk yarı Alman Ligi'nin kalitesinden şüphe ettim. Galatasaray, bu ligin şu an 4 puan farkla lideri olan Hertha Berlin'i orada üstün oynayıp devirmişti , Hamburg da iki hafta öncesinin lideriydi, onları da ilk yarıda kendi sahalarında ezik oynattı.
İkinci yarı erken bir gol yemesine rağmen yine de oyun hakimiyeti , pas üstünlüğü Galatasaray'daydı. Maç içinde momentumun döndüğü anlar vardır , bu maçta onlardan çok vardı.
Dakikadan dakikaya alt üst olan dengeler baş döndürücüydü. Ama, bence en önemlisi Hamburg'un golünün hemen ardından Lincoln'ün nefis pasına Nonda'nın atamadığı goldü. Zaten, o top döndü, Emre Aşık dönemedi, hakem süzemedi, maçtan önce herkesin korktuğu ama yok artık o kadarı da olmaz dediği oldu ; kartın rengi sadece Emre'yi değil herkesi bir anda kızarttı. 10 kişi kalan ilk takım değil Galatasaray ama 1 kırmızı kartla defans oyuncusuz kalan tek takım heralde..
Sonra "Yu yu" "Me?Me?" diyaloğu geldi. Bülent Hoca 3'lü defansa dönebilirdi ama orada oynayacak 3 adam da gerçek stopper özelliği taşımıyordu, Barış'ı Emre'nin yerine çekebilirdi , o da orta sahayı düşürürdü. Sonra Bülent Hoca geldi görüntüye birisine "Sen, Sen" diye işaret ederken , kamera Galatasaray barajına döndü, Kewell eliyle göğsüne vurup, "Ben mi?" der gibi yaptı , o an kafamdan maçın son yarım saatiyle ilgili binbir kötü senaryo geçti. Galatasaray 10 kişi, defansın göbeğinde de Kewell ve Hakan Balta var.
Bu seçim Bülent Hoca'nın Galatasaray kariyerinin daha başında ilk teknik direktör hamlesiydi. Klasik, herkesin yapacağı , sokaktaki milyonlarca teknik direktörğn düşüneceği bir hamle değildi. Oyuncularla diyalog kurmanın, oyun zekasının sonucuydu. Kewell sahadaki oyun zekası en yüksek Galatasaraylıydı, duracağı yeri iyi bilendi, o da pozisyonun hakkını verdi.
Bülent Hoca'nın diğer hamleleri de çok doğruydu; Arda bu sefer kalpten harbi gidecekti, O'nu bir süre daha oynamazsa kalpten gidecek olan Hasan'la değiştirdi. Son olarak da sezonun başından beri bir türlü "Hayat O'nda" moduna giremeyen Nonda'nın yerine ;bu maçta baştan başlaması gereken Ümit girdi. Bu değişiklikler de hakkını verdi, hatta bu ikilinin işbirliğinden bir de gol çıktı, ama Macar hakem Ümit'in incecik! faulunu yakalamayı başardı.
Lincoln'ün oyundan çıkarken Türkçe "Koç Koç , Niye ben?" deyişi kameralara takıldı , bir de direk soyunma odasına gidişi. Hırstandır , üzülmese üzülürdüm derim..
12 Mart 2009 Perşembe
İngiliz Tulumu
Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kalma maçlarında İngilizler tulum çıkardı. Gruplardan tam kadro olarak 4'lü halinde 16 takıma kalan Man.Utd,Liverpool,Chelsea ve Arsenal; 3 İtalyan , 1 de İspanyol'u devirip toplu halde çeyrek finale kaldı.
Son 8'de 4 takım bulundurmak nasıl birşeydir yaa!! Yani buradan yola çıkıp İngiltere Premier Ligi'nin kalitesi hakkında yorum yapmaya kalksak, La Liga ve Serie A ağlar heralde..Şu Liverpool ,ki Real Madrid'i sürklase ettiler İngiltere Premier Ligi'nde son 20 yıldır şampiyon olamıyor. Ama son 5 yılda 2 Şampiyonlar Ligi finali oynadı ,birini kazandı, diğerlerinde de yarı finalde elendi. Daha geçen yıl, Şampiyonlar Ligi finalinde iki İngiliz takımı birbirleri ile karşılaştılar. Bu yıl da uzak bir ihtimal gibi gözükmüyor. Oldum olası , İngiltere Premier Lig artık Şampiyonlar Ligi ile entegre olsun, ne diyelim.
Real Madrid, o kadar Galacticos değil ki artık, Liverpool karşısında izlerken resmen üzüldüm. Koskoca Real'in orta sahada ve hatta sahadaki en önemli oyuncusu dünyadaki 1500 Diarra'dan biri olan ve İngiltere'nin vasat takımlarından Portsmouth'tan gelen Lassane Diarra. Teknik Direktörü de bu sezon başında Tottenham'dan yaka paça kovulan Juande Ramos. Sadece bunlar bile İngiliz Ligi'nin gücü ile ilgili bir referans olabilir zaten..Alırsan Hollanda'lı bir ton adamı kadroya sırf Hollandalı diye olacağı budur. Sanki bu adamlar Euro 08'de Hollanda'yı şampiyon yaptı!!
Hiddink yürüyüşünü sürdürüyor. Drogba'yı hayata döndürmesi bile yeterdi Chelsea'ye şu kısa vakitte , o da onu yaptı.
Bayern ayıp etti biraz Sportin Lizbon'a..İlk maçtaki 5 - 0'lık deplasman galibiyetinden sonra içerde de 7 attılar. S.Lizbon'un teknik direktörü de maçtan önce onurumuzu kurtarmaya geliyoruz demişti!! Zor uyumuştur akşam..
Hamburg'lu Doğmak , Hamburg'lu Ölmek
Galatasaray'ın UEFA Kupası 4.turunda karşılacağı Hamburg, dünyada kendine ait mezarlığı olan tek kulüp. Stadın yanında bulunan ve 500 Hamburg taraftarının en uzun uykularına yatabileceği mezarlık 2008 Eylül ayında açıldı. Değişik bir aidiyet hissiyatı uyandırsa gerek..
Demeye dilim varmıyor ama acaba bu turun sonunda içerdeki nüfus artar mı??
10 Mart 2009 Salı
Huntelaar'ın koltuğu
Klaas Jan Huntelaar, Real Madrid'in devre arası kurtarma paketinin en önemli halkasıydı. Hollanda'da iki sene üstüste 33'er golle gol kralı olup Real Madrid'e 20 milyon €'luk bir bedelle transfer olmuştu.
Ama işler Huntelaar için hiç de iyi gitmedi, Real Madrid'in 10 maçlık galibiyet serisi boyunca hep yedekti. Şampiyonlar Ligi'nde ise bırakın gol atmayı , ismini UEFA'ya bildirilen takım listesine bile yazdıramadı. O ayrılmak istiyor , Madrid gazeteleri de karikatürlerle durumu anlatıyor.
1 ay öncesi..
Şampiyonlar Ligi için takıma güç katacak kişinin açıklanması
Bugün..
Huntelaar'ın Şampiyonlar Ligi maçlarını izleyeceği koltuğun açıklanması..
Dean Saunders
Çok severdim , Galatasaray'a geldiğini duyduğumda ilk başta inanamamıştım. Çok iyi hatırlıyorum, 1995 Haziran ayıydı , babamla sezon açılışına gitmiştik(sezon açılışı olayı vardı yaaa!); Saunders apar topar açılışa yetiştirilmişti. O kadar apar topar ki , karısı Shelley Webb daha sonra yazdığı "Footballer's Wife" adlı kitapta bir haftasonu eşinin kendisini İstanbul'a tatile götürdüğünü, Pazartesi günü de o yıl yaşayacakları şehrin İstanbul olduğunu öğrendiğini söyledi..
Sonra fantastik goller attığı mükemmel bir sezon, Kadıköy'de bayrak olayının olduğu malum Kupa Finali'nin uzatma dakikalarında attığı ve kupayı getiren olağanüstü gol..
Halen Galler Milli Takımı'nda John Benjamin Toschak'ın yardımcılığı ile birlikte Wrexham takımının da teknik direktörlüğünü yapıyor.
Bir gün sarı-kırmızıya dönecektir..
Fırından Taze Çıktı
adidas'ın 3 ana krampon modelinden biri olan F50 Tunit'in Şampiyonlar Ligi temalı yeni renkleri ilk kez bu akşam sahalarda olacak. Real Madrid'li Robben giyeceklerden biri, Messi bir diğeri..
Bizim Şampiyonlar Ligi'nde takımımız yok ama hafta sonu kişiselleştirilmiş taze F50'ler Galatasaray maçında Trabzonspor'lu Gustavo Colman ve Alanzinho'nun ayaklarında olacak. Renkler de formaya çok uygun, memleket özlemi çekmesinler diye kramponlarına ülkelerinin bayrakları da var..Tabata da yeni kramponuyla sahada olacak.
Bakalım yeni kramponlar Trabzon'un son haftalardaki makus talihini değiştirebilecek mi?
Yaz Okulu
Bu yıl başarılı bir sezon geçiren ve Premier League'de 4.sırada yer alan Aston Villa,yaz tatilinde genç yıldızları Gabriel Agbonlahor ve Ashley Young'ı, 200 metrenin efsanevi sprinteri Michael Johnson'un Sprint Akademisi'ne eğitime göndereceğini açıklamıştı. İki oyuncu da yaz tatilinde arkadaşları Hawaii'den Malibu'ya eğlenirken kursa gidecekler..
Bunu duyan lider Manchester United da hemen daha iyisini bulmuş. Onlar da Cristiano Ronaldo'ya dünyanın en hızlı adamı Usain Bolt'u ayarlamışlar. Bolt, yazın Londra'da kalacak ve Ronaldo'ya özel ders verecek. Manchester, evladını öyle kursa falan göndermemiş, basmış parayı en iyi özel hocayı tutmuş. Ne dersiniz, çocuk sınıfı geçer mi?
9 Mart 2009 Pazartesi
NBA - Oyunun Ötesi
Aslında olaya basit bakarsak , Turkcell Super Lig veya Beko Basketbol Ligi ile NBA arasında ne fark var ki? Birisi Amerika'nın Profesyonel Basketbol Ligi , diğerleri de Türkiye'nin profesyonel futbol ve basketbol ligleri..
Ama iki resim arasında bile dağlar kadar fark var di mi? Hatta ,iki resimin de bir basketbol lig maçı olduğunu söylemek bile zor..
NBA, markalaşmış, kendi başına marka olmuş bir organizasyon. Dünya üzerinde NBA markasının bilinmediği , takip edilmediği yer yok denecek kadar az. Peki, bu başarının sırrı ne? Bizim ligimizden, ya da Avrupa'daki diğer sportif organizasyonlardan ne farkı var?
Aslında, farklar çok büyük. NBA'in çoğumuzun bilmediği bir organizasyon yapısı var. Herşey öncelikle pazarlama değeri düşünülerek geliştirilmiş. Sportif rekabet , takımlar , oyuncular, koçlar, hakemler kısacası NBA'i oluşturan tüm unsurlar NBA markasının var olması, büyümesi ve duyurulması için kullanılan maaşlı çalışanlar gibi düşünülebilir esasen. NBA'de oynayan tüm takımlar aslında birer "franchisee". Yani, birer şirket. Tüm bu takımların(şirketlerin)logo,isim ve lisans haklarının kullanımı da NBA'e devredilmiş durumda.NBA, ligin(NBA markasının) değerini yükseltmeye çalışıyor ve ortaya çıkan büyük pastadan da tüm franchisee'lere kar payını dağıtıyor. Bununla beraber, ligde yer alan tüm takımların uyması gereken kuralları da NBA koyuyor ve takımların tamamı bu kurallara bağlı olarak transfer yapabiliyor , kadrosunu kuruyor , salonunu inşa ediyor ve ligdeki dişlilerden biri oluyor. Ama esas olan lokomotifin kendisi, yani NBA markası.
Bizde olduğu gibi kulüpler dernek statüsünde değil, şirket statüsünde ve ligde yer alan bu 29 şirket bir yandan bireysel olarak gelir elde etmeye çalışırken, diğer yandan da NBA markasının oluşturduğu daha büyük şemsiyenin altındaki daha büyük pastadan daha büyük dilimi koparmaya çalışıyor.
Mesela Los Angeles Lakers Çin'de kendi ürünlerini satan bir dükkan açmakla uğraşmıyor , bunu yerine NBA logolu tüm ürünleri satma ve pazarlama işini NBA organizasyonu yapıyor , dünyanın her yerinde lisansiyeler ile anlaşarak ürün geliştiriyor , bu ürünleri pazarlayacak distribütörlerle anlaşıyor , mağazalar açıyor , iletişim ofisleri kuruyor. NBA'in yayın haklarını dünyanın her tarafına pazarlıyor , NBA markası ile etkinlikler düzenliyor, sosyal sorumluluk faaliyetlerinde bulunuyor ve tüm bunlar sayesinde NBA markası dünyanın en çok bilinen markalarından biri haline geliyor ve dünyanın her köşesinde tüketiliyor. Los Angeles Lakers takımı da, salondan elde ettiği bilet ve sponsor gelirlerinin yanında , NBA'in logosunu kullanarak sattığı ürünlerden elde ettiği global kazançtan da payını alıyor.
Basketbol sporu, sahada yaşanan rekabet, haftanın en güzel hareketleri, setler, koçlar, oyuncular hepsi birer aktör aslında..
Sektör eğlence sektörü , amaç ise insanlara eğlenebilecekleri ve zaman geçirebilecekleri ortamı yaratıp ekonomiyi büyütmek , yani bir spor için söylemeye dilim varmasa da "para kazanmak"...
NBA'in yanına , NFL , NHL , MLS ve Formula 1'i de ekleyebiliriz. Hepsinin yapısı birbirine benziyor. Tüm organizasyon ligin toplam marka değeri ve bilinirliğini artıracak regülasyonlar koyup ,global pazarlama gücünü artırma amacını güdüyor. Takımlar birer şirket, oyuncular birer çalışan, taraftarlarsa tüketiciler..
3 Mart 2009 Salı
Yok Artık David Beckham
adidas'ın futbol ikonu David Beckham ile basketbol ikonu Kevin Garnette topu ayakla potaya sokmak için iddiaya girmişler..
Garnette'i de sevelim , o da fena vurmuyor ayakla ama Beckham burada da günün yıldızı..Abim 1'de 1 atıyor ayakla o mesafeden..
Yok artık David Beckham!!
Bu vesileyle , onca yıldır şu işle uğraşıp da hala topu dağlara taşlara vuranlara da duyurulur..
Garnette'i de sevelim , o da fena vurmuyor ayakla ama Beckham burada da günün yıldızı..Abim 1'de 1 atıyor ayakla o mesafeden..
Yok artık David Beckham!!
Bu vesileyle , onca yıldır şu işle uğraşıp da hala topu dağlara taşlara vuranlara da duyurulur..
Pembe Krampon Olur da...
"Pembe" futbolun içine iyiden iyiye girmeye başladı..
Önce Nike'ın pembe kramponunu tartıştık bir süre..Kim giyer, kim giymez , giyen delikanlılıktan ödün verir mi..
Buyrun burdan yakın o zaman..
İngiltere'de Championship takımlarından Oldham Athletic, hafta sonu TV'den yayınlanan Leeds United maçına pembe formayla çıktı. Internet sitelerinin arka planı da tamamen pembe..Onların amacı ise yalnızca modaya uymak değildi.Onlar Pink-Link kampanyasına destek verdiler. Maçta giydikleri pembe formaların satışından kazanılacak parayı da kampanya için bağışlayacaklar..
Amaçları Victoria Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nde çalışan personele hizmetlerinden dolayı bir teşekkür etmek ve göğüs kanseri ile mücadele için oluşan bu komüniteye katılmaktı. Pink - Link'e üye olan doktorlar, hastalar, hasta yakınları ve diğer konuya duyarlı insanlar göğüs kanserine karşı bilinci artırmak , bilgileri paylaşmak ve yardım toplayarak hastalıkla daha güçlü savaşabilmek için pembe temalı kampanyalar düzenliyorlar..
Oldham - Leeds maçı 1 - 1 bitti , Oldham Teknik Direktörü John Sheridan'ın maç sonrası pembe forma ile ilgili yorumu ise şöyleydi:
"Bir dahaki maçlara da pembe formayla çıkacağımızı sanmıyorum.."
Sosyal Sorumluluk da bir yere kadar di mi..
Önce Nike'ın pembe kramponunu tartıştık bir süre..Kim giyer, kim giymez , giyen delikanlılıktan ödün verir mi..
Buyrun burdan yakın o zaman..
İngiltere'de Championship takımlarından Oldham Athletic, hafta sonu TV'den yayınlanan Leeds United maçına pembe formayla çıktı. Internet sitelerinin arka planı da tamamen pembe..Onların amacı ise yalnızca modaya uymak değildi.Onlar Pink-Link kampanyasına destek verdiler. Maçta giydikleri pembe formaların satışından kazanılacak parayı da kampanya için bağışlayacaklar..
Amaçları Victoria Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nde çalışan personele hizmetlerinden dolayı bir teşekkür etmek ve göğüs kanseri ile mücadele için oluşan bu komüniteye katılmaktı. Pink - Link'e üye olan doktorlar, hastalar, hasta yakınları ve diğer konuya duyarlı insanlar göğüs kanserine karşı bilinci artırmak , bilgileri paylaşmak ve yardım toplayarak hastalıkla daha güçlü savaşabilmek için pembe temalı kampanyalar düzenliyorlar..
Oldham - Leeds maçı 1 - 1 bitti , Oldham Teknik Direktörü John Sheridan'ın maç sonrası pembe forma ile ilgili yorumu ise şöyleydi:
"Bir dahaki maçlara da pembe formayla çıkacağımızı sanmıyorum.."
Sosyal Sorumluluk da bir yere kadar di mi..
2 Mart 2009 Pazartesi
Motion Like No other
"Colours like no other"'dan sonra "Motion Like no other" olmuş yeni Sony Bravia'nın kampanya sloganı.."Hareketler..Hiç olmadığı gibi.."
Milan'ın Brezilya'lı süper yıldızı Kaka Leite Ocak ayında Manchester City'nin Milan'a kendisi için ödemeyi teklif ettiği 100 milyonluk €'luk transfer bedeli ile büyük bir gürültü koparmıştı.
Şimdi de Sony Bravia'nın reklamında oynamış. Reklam için Turin'in meydanına bir zoetrope kurulmuş; BraviaDrom..Bu zoetrope'un ışıklı dış çevresinin içinde yer alan bölüm Kaka'nın daha önceden çekilmiş 64 kare görselini oynatarak dönmeye başlıyor ve bu dönüş hızlandıkça bir süre sonra Kaka'nın fotoğrafları pürüzsüz bir hareketli görüntüye dönüşüyor..
BRAVIAdrome desde Turín Italia from LuisGyG on Vimeo.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)